"Eğer projenin adının nereden geldiğini gerçekten anlamak istiyorsanız önce size bir çocukluk anımı anlatmam gerek." bunları söylerken babama kilitliydi gözlerim. Arkası dönüktü ve önüne dönmüyordu. Yüzü nasıl bir haldeydi. Şoktaydı eminim. Uslu sessiz oğlu baş kaldırıyordu. Emirlere uymuyordu. Ve evet bunun bedelini çok ağır ödeyecektim. Ama devam etmeliyim çünkü bu konudan bahsederken duygularımı yitirmediğimi fark ettim. Kalbimde bir şeyler vardı bana acı çektiren. Ve yine acı çekerek anlıyordu insan yaşadığını. Yaşamak istiyorum bir kez olsun. Kalbime sancılar bata bata devam ettim :
"Bundan 5 yıl önce 14 yaşındayken ailem beni zorla bir Fransızca kursuna yazdırmıştı. İlk başta bundan nefret etmiştim çünkü kimse bana fikrimi sormamıştı. Bana bu dil kursunu sevdiren şey evde tekrar yaparken beni büyülenmiş gözlerle dinleyen kardeşimdi. Ona da birkaç kelime öğretmiştim. Ona çikolata verdiğimde "Meğğssiii" deyip hızlıca paketi soyar ve tek lokmada yutardı. Bir gün babam hiç yapmadığı bir şey yapacağını bizimle vakit geçireceğini söyledi ve bizi pikniğe götürdü. Büyük bir ormanın girişine geldik. Arabadan yere attığım ilk adımda, yumuşak toprak sıcak çimenler ile birlikte ayağımın altında ezildi.
Babam gülümseyerek bagajdan malzemeleri aldı. Kardeşim de çoktan arabadan inmiş ve elimi tutmuştu. Nereden gelmişti bu küçük kız sanki bir mucize gibi hayatımıza girmişti. İki taraftan yapılmış at kuyruğu ve yaka yerleri dantelli elbisesi ile çok tatlıydı.
"Abiii?" dedi munzurca ve devam etti. "Abi sen de çimenler için üzülüyor musun?"
"Bilmem üzülecek bir durum mu var." dedim abi tavrımı koruyarak.
"Ama yürürken herkes üstlerine basıyor. Canları acıyordur değil mi?"
"Bak" dedim eğilip bir çimen tanesini okşarken. "Sana çimenlerin hikayesini anlatmamı ister misin?" uyduracağım masalı kurgulamıştım bile aklımda. Belki de iyi olduğum tek konu buydu.
"Abi çimenlerin hikayesi mi varrrr? Abi lütfen anlat usluca dinleyeceğim söz veriyorum." dedi ve elimi belki de bir mengeneden daha sıkı tutmaya başladı. Hemen elimi kurtardım.
"Ama şimdi değil herkes çadırına çekildiğinde gece ödül olarak anlatacağım."
"Offf Abii hep böylesin." dedi ve çimenlerde seke seke babama doğru ilerledi.
Annemin bize hazırladığı atıştırmalıkları yedik, Babamla ilk defa baba oğul bir yürüyüş yaptık ve biz farkına bile varamadan zaman ellerimizin arasından kayıp gitti. Ne zaman mutlu olsak hızlı akar zaman. Böyle zamanlarda zamanın bile mutluluğumuzu kıskandığını düşünmekten alıkoyamam kendimi.
Yorulmuştum ve uyku iyice bastırmıştı. Ama kardeşimin fısıltıları tüm anı bozdu.
"Abi uyudun mu hani bana masal anlatacaktın? Yoksa kandırdın mı beni?" dedi üzülmüş sesiyle. Nasıl dayanabilirdim onun üzülmesine? Arkamı döndüm ve:
"Bu hikaye ancak dışarda dinlenebilir." dedim ve uyku tulumlarımızı çimenlik alana sürükledik. Uzandım hafif uzun saçlarım yer çekimine meydan okuyamadan yastığa saçıldı. Kardeşim ise heyecandan oturur pozisyondaydı. Dudaklarıma öyle heyecanla bakıyordu ki bir uzaylı olduğunu söylesem inanacaktı.
"Bu hikaye her hikaye gibi mutlu bir sonla bitmiyor yine de dinlemek istiyor musun?" sessizliği devam etmem gerektiğine işaretti.
"Çok eski zamanlarda senin kadar olmasa da güzel bir prenses varmış. Ama bu prenses bildiğimiz prenseslerden değilmiş. Babası ne kadar ısrar etse de evlenmekten ve diğer kızlar gibi kendini herkese iyi ve narin gösterme çabasından nefret edermiş. Çünkü hayatta bunlardan daha önemli şeyler olduğuna inanıyormuş. Bir kaşif olmak kimsenin görmediği yerleri görmek istiyormuş. Ve bir gün kimseye haber vermeden oradan gitmeye karar vermiş. Gerekli her şeyi toplamış ve tedbili kıyafet çıkmış sarayın arka kapısından. Saatlerce yürümüş ve bir kulübeye varmış. Ne zamandır yemek yemediğini hatırlayınca kulübeden gelen yemek kokuları onu kapıyı tıklatmaya itmiş. Kapıyı orta yaşlı bir köylü açmış. Adam prensesi tanıyamamış ama yine de tanrı misafirini kovmak istememiş. O sırada padişahı övmek için şiir yazan oğlu gelenin kim olduğuna bakmak için odaya girdiğinde dili tutulmuş. Çünkü prensesi tanımış ve kimseye sezdirmeden ayrılmış evden. Hükümdarın huzuruna çıkıp kızının kendi evinde kaldığını söylemiş. Hükümdar kızının nerede olduğunu duyunca rahatlamış ve adamın evinin aranmasını eğer gerçekten prenses oradaysa adama on kese altın verilmesini buyurmuş."
"Peki Abi hükümdar onun babası değil mi neden onu mutsuz edecek şeyler yapmasını istiyor kızından?" dedi safça kardeşim.
"İnsanlar sadece kendi çıkarını düşünür. Bu ailen de olsa değişmez. Sana bir şey yaparlar ve karşılık beklerler. Bu belki paradır, belki zaman, belki sevgidir, belki saygı ama hepsi bir çıkar gözetir bunu unutma." dedim ciddi ve öğüt veren bir tavırla. "Peki hikayenin devamını duymak istiyor musun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Melek'in İşareti
RomansaKARDEŞİ KAYBOLAN MEHMET TÜM SUÇU KENDİSİNDE ARAR. BAKALIM GEÇMİŞİN PERDELERİ ARALANDIĞINDA GERÇEĞİN GÜCÜNE DAYANABİLECEK Mİ? TEKRARDAN DEŞİLEN GEÇMİŞ MUTLULUK MU HÜZÜN MÜ GETİRECEK. AMA NE OLURSA OLSUN MEHMET'E TEKRARDAN YAŞADIĞINI HİSSETTİRECEKTİ...