16

758 154 23
                                    


...Bu hikayede yanan ben oldum. 
Bir gülüşe kanan ben oldum.
Suçlu sen değilsin benim aslında
Her hatana susan ben oldum...

Nahide Babaşlı söylüyordu içli içli. Galiba bu hikayede de yanan ben olacağım. Fiziksel olarak sağ kurtulsam da kalpzede olacak gibiydim. Güzel gülen bir zalime tutulmuş önüme ardıma bakmıyordum. Acımasızca, önce seviyor sonra itiyordu.

Öpmüştü. Tenini hissetmek çok güzel gelmişti. İçimde yaşattığım umut filizleri sulanmış, çiçek açmaya başlamıştı. Tabi sonrasında üzerine basıp geçmeseydi. Şimdi geriye ölü, ezik ve toparlanamaz kursakta kalmış bir heves vardı.

Hayata bakış açımız uyuşmuyordu adamla. Ben anı yaşıyordum. Geleceği düşünmenin manasızlığını anlayalı çok oluyordu. Sen ne kadar planlar kursanda, bir rüzgar esiyor tüm kağıtlar birbirine karışıyordu.

O ise benim aksime her anı düşünerek yaşıyordu. Evindeki düzen bile hayatını yansıtıyordu. Zıttık ve bu çok çekiciydi. Hayatına girip bütün düzenli çekmecelerini karıştırmak, özenle katlanmış kıyafetlerinin üzerine, çıkarttığım gömleğini fırlatmak istiyordum. Tüm düzensizliğimle ona karışmak istiyordum.
Ancak artık korkuyorum. Ona kapılmaktan. Bu düzenin vaz geçilmez bir parçam olmasından çekiniyorum. Zira adamın planları o yönde.

Farklı gelmişti halleri. İlk günlerdeki sertliğinin aksine daha merhametli daha ilgiliydi. Ancak görüyordum ki adam taviz vermezdi. Değişen tek şey bana olan ilgisiydi. O zaman sadece bir katilin peşindeyken şimdi bana olan hisleri de vardı. Hangisi baskın gelirdi acaba?

Londra'ya gidecektim. Evet evet! Daha dün gibi aklımda en az iki yıl önce yaşanmış olay. Annemin evine uğrayacaktım. Babamın Londra'ya gel yeteneğini harcama deyişleri, kendine yatırım yap deyişleri kulağımda çınlıyor. Sadece onu avutmak için gidiyordum Londra'ya. Tüm kusurlarına rağmen ülkem için bir şey yapmak isteyen henüz bu kadar hayat tecrübesi olmayan bir kadındım. O sıralar yaşadığım tecrübelerle iki senede on yıl yaş almış gibiydim.

"Akel, hadi acıkmadın mı?"

Bir kulağımda hala çalan şarkıya inat diğeri sessizdi. Kulaklığımın birini çıkartmış olan adam tepemde dikiliyordu. İyi insan lafının üstüne demek istemiyordum. İti an çomağı hazırla.

Yüzüne bakmadan elindeki kulaklığa uzandım ama nafile. Elini yukarı kaldırdı. Kanepenin üzerine çıktım uzanmak için. Boyum tabi ki yetmedi. Yüzünde serseri bir gülüş vardı. Belli ki ortamı yumuşatmak derdinde. Fiziksel özelliklerimi sevdiğimin, kısa olmamın ya da kilolarımdan rahatsız olmadığımın bilincindeydi.

"Dağhan verir misin şunu?" Vermeyecekti belimden kavrayınca bedenlerimiz yapıştı ve burun buruna geldik. Bu defa olmaz cicim. Başımı yana çevirdim. O da öpmek için bir hamle yapmadı zaten. Dudakları yavaşça kulağıma yaklaştı. Nefesi tenime, kulağımın altındaki hassas noktaya çarparken ne dediğini anlayamıyordum. Böyle giderse ben bu adama fena kapılırım.

"Ne olursa olsun sağlığına zarar vermekten kaçın. Önce sen Akel. Sen iyi olmazsan hiçbir şeyin önemi yok."

Nasihat mi veriyodu? Beni mi düşünüyordu? Eğer ikincisiyse kalbim okşanmıştı doğrusu. Öyle olsa ne olacak ki? Adam niyetini açık açık belli etti. Kendi yaşadıklarını çocuklarına yaşatmaya hakkın var mı? Uzun süren mahkeme süreçleri, gelen psikolojik travmalar, mutsuzluk.

"Hadi. Yemek yiyelim. Acıkmıştın hani?"

Cevap vermedim. Belimi bıraktı ve geri çekildi. Uzatmanın manası yoktu. Çocuk gibi trip atacak değildim. Ardından indim kanepeden. Kulaklığı karşıdaki dolabın üzerine bıraktı. Ben de diğerini çıkartarak yanına koydum. Peşinsıra mutfağa ilerledim. Masada yerimi aldığımda yaptığı çorbayı servis etmesini izledim. Tabaklar büyük bir intizamla yerleştirilmiş, ortaya bifteklik et ve patates koyulmuştu. Herkes kendisi alacaktı galiba. Salata da yapmıştı tabi ki ve ev turşuları da vardı. Hazır o da evlenmek istiyorken kaçırmasam mı?

Ben Onu Çok Sevdim Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin