kış olabildiğine ağır geliyordu. züleyhâ, elleri titrek duruyordu küçük evlerinin önünde. kardeşini de almış kucağına, yüzünde koca bir tebessümle kucaklıyordu. kardeşi ile aralarında bir sır gibi taşırlardı yusuf'la sevdâsını. içten gelen bir sevinçle, kucağında kardeşini severek kıkırdadı züleyhâ.
bu vâkit yusuf yetişti, adımlarını adımlarının arkasına dikerek.
"yusuf ağabey!" diye bağırdı kardeşi hazar. züleyhâ'nın kucağından atlayıp, yerde kalan hafif kar kalıntılarını ezerek yusuf'un kucağına koştu.
yusuf büyük bir kahkaha ile onu kucağına alıp, göğe kaldırdı.
züleyhâ, yusuf'u izledi. yusuf züleyhâ'nın yanına geldi.
"çocuğu niçin çölde bırakıyorsun züleyhâ'm, hava soğuk geçseydiniz ya!" diyerek hazar'ı tek koluna alıp, kapıyı açtı.
hiç kimseye ve hiç bir yere ait olmayan bu yerde; -yusuf'un ellerini kanata kanata diktiği evde- züleyhâ yusuf'a göğsünün içi titreye titreye baktı.
çocuğu yere bıraktıktan sonra, “aç mısın küçüğüm?” diyerek diz çöktü yusuf. hazar, başını hafif şımarıklıkla iki yana salladığında, yusuf gülerek saçlarını karıştırdı oğlan çocuğunun.
ayağa kalktı usulca, züleyhâ duvar kenarında parmaklarına bakıyordu. yusuf onun olduğu yöne uzanıp, züleyhâ'nı sırtıdönük görünce “züleyhâ'm,” dedi, “ne ediyorsun?”
“elime bir şey battı galiba yusuf, kanadı hafif, onu temizleyeceğim.”
züleyhâ yüzünü döndüğünde, yusuf telâşlandı. “hay allah'ım! nereye battı? nasıl oldu züleyhâ?”
yusuf bir kaç adımda yanına vardığında elini avuçlarının içine aldı, hazar da koşup züleyhâ'nın eteğine sarıldı. züleyhâ kıkırdayıp, kardeşinin saçlarını okşadı. “yahu yusuf telâşlandırıyorsun çocuğu! yok bir şeyim, yok vallahi.” züleyhâ yüzünde kocaman bir gülüşle yusuf'un gözlerinin içine bakıyordu.
yusuf, züleyhâ'nın elinden aldığı bezi usulca parmağına değdirmeye başladı.
“gülüm bak hiç önemsemiyorsun, bu gidişle bir yerlere çarparak öldüreceksin sen kendini allah korusun.” yusuf bakışlarını züleyhâ'nın elinden çekip, yüzüne değindiğinde “bak hâlâ gülüyor!” diye mırıldanıp yüzünü çevirdi.
kendini tutamadı, yusuf da dişlerini dudağına geçirerek güldü. kısılan gözlerine aldırmadan kaşlarını çatıp, “az bu sana, züleyhâ'm vallahi az.” diye mırıldandı.
ardından, “git yıka, gel saracağım, tamam mı?” diyerek gözlerinin içine baktı. züleyhâ kıkırdayarak “tamam tamam.” diye mırıldanıp suya koştu.
hazar züleyhâ'nın eteğinden ayrılınca, yusuf onu yeniden kucağına alıp göğe kaldırdı. “ablan uf mu oldu senin ha, ablan uf mu oldu?” diyerek bir indirip, bir kaldırıyordu. gülmekten kendini alıkoyamadı.
“âh küçüğüm vallahi senin bu ablan beni bir gün ya sevdâdan, ya da sevdâdan öldürecek.. biliyorsun ya. bak vallahi, ikimiz birimiz öleceğiz işte bitecek gidecek,”
yusuf ağzında gevelediği sözcükleri yığıştırdığında, hazar yusuf'un yüz ifadesine ufak bir gülüş sesi çıkarttı. yusuf onu göğsüne çekip sımsıkı sarıldı.
“seni seviyorum ha küçük oğlan!” diye bağırınca züleyhâ bunu duydu, cânının iki parçasını aynı karede görünce derin bir âh çekti.
“yusuf, sırtında dağlaşmış bu kadar kederle ne güzel gülüyorsun sen.” diye geçirdi içinden, usulca, bir şey söylemeden, gülümsedi.
21 yanvar, 2021-11:03
yirmisində gülüşün
ŞİMDİ OKUDUĞUN
neresinde yanıldık biz bu yaşamın züleyhâ?*
Short Storykısa hikâye, tamamlandı. yıl 1983'dü, aylardan ağustos, günlerden 23'dü ve züleyhâ o akşam ansızın yusuf'un göğsüne düşüvermişti./23