"saatin her kıvrımında seni seviyor olacağım."
"saatin her kıvrımında seni seviyor olacağım."
"saatin her kıvrımında seni seviyor olacağım."
“yusuf gitti.” diye mırıldandı züleyhâ, parmaklarını birbirine kenetleyip. dizlerini bitiştirmiş, ellerini üzerinde toplamıştı. gözleri yorgundu. nefesleri usul usul kesiliyordu. “bana hiç öyle bakmamıştı anne. sözcükleri titriyordu dudağında. elime değmeye çekinen adam, gözlerimin içine öyle bir âh etti ki; kalakaldım.”
yusuf'un annesinin ölümünden sonra züleyhâ annesine, yusuf'u sevdiğini anlatmıştı. yusuf o gün köyü terkedip ânsızın şehre gittiğinden beri de ara ara dizlerine yığılıp anlatıyordu yusuf'unu. “anne,” diyordu hep, “gözleri ağrıyordu, elleri ağrıyordu. görüyordum, aldığı nefes ağrıyordu anne.”
“kirpiklerinin üzerinde kendinden ağır bir yük taşıyordu, titrek nefeslerinin arasında usulca ağlıyordu yusuf'um.”
bacaklarını biraz da içe yığıp, annesinin dizlerine değdirdi yüzünü. annesi âyla hanım, kırışmış elleri ile kızının saçlarını okşuyordu ses etmeden. eteğinin üzerinde züleyhâ'nın küçücük bedeninin yanı sıra, büyük bir keder taşıdığından haberdârdı. ses etmiyor, ara sıra derin nefesler alıyordu.
“gitmemesini söylemedim anne, söyleyemedim. gözleri titriyordu, nasıl söylerdim? bir seferinde, “alın yazılarımız bir olmayacak bizim, züleyhâ. insanoğluyuz, kederin koynunda uyuklamaktan başka çaremiz olmayacak. ama sen yine de aldırma, nefesim yettiğince seni göğsümün orta yerinde taşıyacağım.” demişti. annesinin ölümünden bir kaç gün sonra rast geldiğimizde yüzüme bakmadan kulağıma eğildi, “eğer bir gün seni göğsümden ayırırsam, bu dünyada secde ettiğim ikinci kadını unutursa bu yüreğim, bil ki; nefes almayı çoktan bırakmışımdır züleyhâ. bunu bil, bunu bil ve unutma.” diye fısıldadı. hiç unutamadım anne, cümlelerini mıh gibi aklımda taşıyorum. ezberimden çıkmayan bir şiir gibi dönüp duruyor şu kafamın en içinde. istesem de unutamam anne. öyle. unutamam.”
usulca doğruldu, yaşlı gözleri ile annesi âyla hanım'ın yeşille kahvenin karıştığı kırışık gözlerine değindi. elini annesinin dizine yaslayıp, yaşlı yüzüne aldırmadan tebessüm etti.
“şuramda, tam şuramda bir keder büyüyor anne.”
yumruk yaptığı elini göğsüne vurdu defalarca. “şuramda, tam şuramda” derken göğsünün orta yerini dağıtmak ister gibi yumrukladı sinesini.
annesi, züleyhâ'nın elini tutup sakladı. “o eli bir daha göğsüne öyle çırparsan beni anan diye bilme züleyhâ!” diye bağırdı. bakışları değişti, sinirlenmişti besbelli. “şu iki haftada ne yediğin içtiğin var, ne doğru düzgün soluk aldığın. saçların ağarmaya başladı, farketmedin züleyhâ. stressin, gerginliğin, kederin saçlarını ağarttı. elden ayaktan düştün on-on beş gün içinde. yusuf'un ettiği kendine! o da yavrum n'apsın çıktı gitti ele, ne eder, ne yer, ne içer kimse bilmiyor. babaannesi ile danışdım, kadıncağaz pek üzülüyor. kimse de bir şey bilmiyor, dönmez diyorlar bu saatten sonra. ama sen yapma züleyhâ, züleyhâ'm, gül yüzlü kızım, böyle harap etme kendini. dik dur. baban soruyor ne oldu bu kıza diye, verecek cevap bulamıyorum züleyhâ. söylenmez ki şimdi bu. kardeşini de üzüyorsun.” âyla hanım eğilip züleyhâ'nın gözlerinden öptü, ellerini sımsıkı tutup “ağlama, züleyhâ'm, ağlama n'olursun.” diye sildi gözyaşlarını.
züleyhâ ayaklandı gözlerinden yaşlar boşanırken. eteğini elinin arasına sıkıp, avcunu acıttı. “sen olmadığın zaman günün doğduğu saatler de günbatımı gibi yusuf. ne edeyim ben?” diye mırıldanıp, annesinden ayrıldı.
1 fevral 2021-22:40
ovuclarını aç, gedəcək yerim yoxdu
ŞİMDİ OKUDUĞUN
neresinde yanıldık biz bu yaşamın züleyhâ?*
Short Storykısa hikâye, tamamlandı. yıl 1983'dü, aylardan ağustos, günlerden 23'dü ve züleyhâ o akşam ansızın yusuf'un göğsüne düşüvermişti./23