Uçurum

320 60 15
                                    

Ertesi gün daha sakindim. Kahvaltımı yine sütlü çayla geçiştirmiştim. Fazla yiyen birisi olmadığım için aç kalmak problem yaratmıyordu bende. Kahvaltıdan sonra üzerimi değiştirmiştim. Altıma yeşil diz hizasında şort, üstüme de beyaz v yaka bol tişört giyinmiştim. Kendimi zorlayarak da olsa dışarıya adımımı attığımda kardeşim çoktan koştura koştura ilerideki eve gidiyordu. Orada bir kız çocuğuyla arkadaş olmuş ve her gününü orada geçireceğini dün gece uzun uzun anlatmıştı. Şanslıydı, kendi dengi birisini bulmuştu ya da benim gibi değildi. Kabul ediyordum biraz fazla üstten bakan birisiydim ama bazı insanlar bazı şeyleri yapamaz, değil mi? Ben de bunu yapamıyorum, böyle bir hayatı yaşayamıyorum. Bağımlıysa bağımlı, ben lüksü seviyorum.

Bunu tam kendime itiraf etmişken gözlerimi etrafta gezdirdim. Kimse yoktu, daha doğrusu kepçe herif yoktu. Omuz silkerek piyanonun klavyesini gün yüzüne çıkarmıştım. Pufa oturup kendimi ayarladıktan sonra parmaklarımı tuşlara dokundurdum.

Hafiften çalmaya başladığımda yine gözlerim kapanmıştı. Hiçbir şey düşünmüyor, çıkan melodiyi dinlerken parmaklarımı öylece hareket ettiriyordum. Arada kendimi tutamayarak mırıldanıyordum fakat daha sonra kendi sesimi değil de, piyanonun sesini işitmek istediğimden susuyordum. Sonunda şarkı bir şekilde bittiğinde başım eğik, gözlerimi araladım. Son notaya basılı olan parmaklarımı hala kaldırmamıştım, fakat başımı kaldırdığımda çitlerin üzerine kollarını yaslamış, sırıtarak beni izleyen kepçe herifi gördüğümde irkilerek ellerimi tuşlardan kaldırmıştım.

''Tanrım!''

Tek elimi kalbimin üzerine yerleştirip derin bir nefes bıraktım. Gözlerimi gülen adamın suratına çevirip kaşlarımı iyice çattım.

''Dün tavuk, bugün sen. Sanata da mı saygınız yok sizin? Sırada ne var?''

Ben sinirle konuşurken diğeri iyice keyiflenmiş, duruşunu dikleştirmişti.

''Öncelikle tavuklar sanattan anlamaz. İkinci olarak, ben olsam sıradakinin ben olmasını isterdim çünkü yılanları seveceğini sanmıyorum.''

''Cidden!''

Yine çığlıkla ayaklarımı havaya kaldırdığımda keyifli bir kahkaha bırakmıştı havaya.

''Sen gerçekten komiksin.''

Yerleri taradıktan sonra bacaklarımı aşağıya indirip ayağa kalktım.

''Bu kadar yeter, seni görmek istemiyorum.''

''Ama ben görmek istiyorum.''

Gayet doğal bir şeymiş gibi konuştuğunda duruşumu dikleştirmiş, yine hahlayarak konuşmuştum.

''Hani ilgini çelimsizler çekmiyordu?''

''Her kralın bir soytarısı vardır.''

Yine gülmeye başladığında yanına yaklaşıp omuzunu sertçe ittirdim. Etkilenmiş gibi görünmediğinden elimi kaldırıp suratına konumlandırmıştım fakat bileğimi yakalayıp beni hafifçe çekiştirmişti.

''Gel hadi, gezelim biraz.''

Kolumu bıraktığında ellerimi arka ceplerime sıkıştırıp memnuniyetsiz bir ifadeyle yüzüne bakmıştım.

''Yılanların seni yemeyeceğine söz veriyorum.''

''Sen gerçekten..''

Tekrar bir kıkırtısını kazanmış, daha sonra da yürümesini izlemiştim. Ben de sıkkınca peşinden ilerlerken annemle babama kızgınlığımı Tanrıyla aramda çözmeye çalışıyordum.

Sessiz yolculuğumuz kısa sürmemişti. Aksine kırk dakika kadar yürüdüğümüzü düşünüyordum. Ben terden sırılsıklam olmuştum, o ise, onu bilmiyordum. Sadece terliyordum ve güneş tam açıyla yüzüme vurduğundan sürekli tökezliyordum.

Her Kralın Bir Soytarısı Vardır | ChanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin