Sinir ve stresle odama girmiş, dört gün boyunca da evden çıkmamıştım. Koca bir haftayı geride bırakırken, annem sürekli kepçe kulaklının sabahları bize yumurta getirdiğinden bahsediyor, bir süre de kapımızın önünde oyalandığından konuşuyordu. Sonra da yanıma gelip bir şey mi oldu diye soruyor ve ben sadece arkamı dönüp telefonumdan yapabildiğim tek şeyi yapıyor, müzik dinliyordum. Ta ki bugüne kadar, annem o herifi eve davet etmiş bunu fırsat bilen kepçe de direkt odama damlamıştı. Ben öylece uzanırken duvara yaslanıp sessizliğini korudu, en azından ben konuşana kadar.
''Neden buradasın?''
''Sana bakmaya geldim.''
''İyi, bak ve git o halde.''
''Yüzünü göremiyorum ama.'' İnat ettiğinde inat ettim.
''Görmene gerek yok.''
''Ama görmek istiyorum.''
''Gerek yok diyorum.''
''Ama istiyorum.''
''Ama gerek yok!''
Sinirle kalkıp ona baktığımda, yine gülümsedi. O en son ki gibi.
''Ama baktın.''
''Git o halde.''
Ellerini cebinden çıkartarak yanıma yaklaştı ve yer yatağına öylece oturarak sırtını soğuk duvara yasladı. Gerçi havanın sıcaklığından, soğuk duvar mükemmel geliyor olsa gerekti.
''Günlerdir bir şeyler çalmıyorsun.''
''Keyfim yok.''
''Neden?'' Sorduğunda basitçe omuzlarımı silktim. Ben de yanında oturup sırtımı duvara yaslamıştım. Dizlerimi biraz kendime çekmiş şekilde önümdeki boş duvara bakıyordum.
''Çünkü hiçbir şeyim yok, sıkılıyorum. Sen sahip olmadığın için anlamazsın, köylü.''
''Gün batımını izlemek ister misin?''
''Onca yolu bir daha yürümem.'' Bir kez daha onu reddettiğimde, elindeki anahtarı bana doğru uzatıp sırıttı.
''Ne bu şimdi?''
''Babanın arabası, ehliyetim var ve oraya arabayla gidebiliriz.''
''Ehliyet bu köyde ne işine yarıyor da aldın?''
Üzerime doğru birazcık eğildi, çok olmasa da bu yaklaşım göz bebeklerimin irileşmesine neden olmuştu.
''Senin gibi şımarıkları gezdirmek için, şehirli. Kalk gidelim.''
Yine bileğimi tuttuğunda, yüzümü asarak ona izin vermiştim. Neden sürekli bir beklenti içerisinde hissediyordum ki kendimi? Neden sürekli bana yaklaştığında daha fazlasını istiyordum? Bu kadar kudurmuş olamazdım değil mi, bir köylüye karşı?
Arabanın garip bir şekilde çeken radyosundan the hills çalıyordu. Başımı geriye yaslamış gergince geçtiğimiz evleri, ağaçları izliyordum. Sessizlik canımı sıkıyordu ama konuşmak da gelmiyordu içimden. Ne zaman konuşsak birbirimize laf sokuyor, bu durumun sonunda da utanıp sıkılan ben oluyordum. Üstelik bu durumda gidebileceğim hiçbir yer yoktu çünkü ehliyetim yoktu ve biz çoktan o eşsiz uçurumun yanına gelmiştik. Chanyeol arabayı kilitleme gereği duymadan inip yürümeye başladığında ben de ardından inip, yürümeye başladım. Kayalıklara geldiğinde durup bana elini uzatmış, ben de elini geri çevirmek yerine sıkıca tutup tereddütsüzce kayalığa çıkmıştım. Onunla birlikte adımlarımı dikkatlice atarken, geçen oturduğumuz yere yavaşça oturup bacaklarımızı sarkıttık. Buna hala alışabilmiş değildim, kanım hala korkudan çekiliyordu ve en ufak rüzgarda yere yapışacağımı düşünüyordum. Ama gariptir ki, Chanyeol hala elimi bırakmamıştı ve bu biraz olsun bana güvence veriyordu. Düşersem tutardı değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Her Kralın Bir Soytarısı Vardır | Chanbaek
Hayran Kurgu''Benimle savaşmak için çok küçüksün. Sana merhamet etmem için yalvarmalısın.'' Dedi. Kaşlarımı çattım. ''Köylü.'' dedim ona. Biraz tavırlı söyledim. Yakaladığı bileklerimi başımın üzerine sabitlerken tekrar etti. ''Merhamet etmemi iste.'' dedi. ''T...