"Roseanne?" Dedi Jungkook, sorarcasına. Şoke olmuş bir şekilde duruyordu, bir şeyler söylemek istiyordu ama ne söylemesi gerekiyordu bunu bilmiyordu. En sonunda susmaya karar verdi, ne de olsa Roseanne onun, ona demek istediklerinin hepsini fazlasıyla anlamıştı.
"Kes sesini." Dedi Roseanne, Avusturalya aksanı yaparak. Jungkook bu kez, gülmemek için kendini zor tutmaya başlamıştı. Mor saçlı kadın da bunu anlamıştı, çünkü elini yumruk yapıp Jungkook'un koluna vurmuştu.
"Sana sesini kesmeni söyledim!" Dedi yüksek sesle. Jungkook'un gözleri büyüdü. "İyi de hiçbir şey söylemedim ki!" Dedi mızıldayarak.
"Ama aklından geçiriyorsun. Bu bile yeterli." Dedi Roseanne, adeta Sherlock Holmes'ın kardeşi Enola'ya dönüşerek.
"Evet aklımdan geçiriyorum çünkü biraz önce yaptığın şey kafamı karıştırdı tamam mı?" Dedi Jungkook, sinirlenmiş gibi yaparak. Bu ihtimal hiç aklına gelmemişti. Roseanne derin bir nefes alıp verdi, gerilmiş olduğu her halinden belliydi ve kendini rahatlamaya çalışıyordu.
"Sadece boşver." Dedi Roseanne, yanakları kızarmaya başlamıştı. Utanmış mıydı? Hayır... O hiç kimseden utanmazdı ki.
"Tamam tamam, bir şey demedim. Utanma hemen." Dedi Jungkook gülümseyerek. "Hem de hiçbir şey demedim." Diye devam etti. Roseanne ona ters ters baktı. Gülümsemeye çalıştı ama beceremeyince önüne döndü.
Kalkıp duvar kenarına ilerledi. Kendini oraya yasladı. Dizlerini sakin kalmaya çalışarak kendine çekti, kollarını dizlerine doladı ve yüzünü dizlerine gömdü, bir nevi cenin pozisyonuna girmişti. Derin bir nefes aldı.
"Roseanne, iki ayın dolmasına ne kadar kaldı?" Dedi Jungkook, Roseanne sessizleşeceğe benziyordu ama o bunu istemiyordu; keşke dalga geçercesine konuşmasaydı! Şimdi onu sinirlendirmek zorundaydı.
"Elinin körü kaldı." Dedi Roseanne, yüzünü dizlerine gömdüğü için boğuk boğuk çıkmıştı sesi. "Ne kadar da meraklıymışsın! Keşke sana söylemeseydim kaçacağımı. Kendi kendine kudursaydın, çürüseydin."
"Ne ne ne ne?" Dedi Jungkook. "Şimdi sen, benden kurtulma planları yaptığını falan mı söylemeye çalıştın yoksa ben mi yanlış anladım?" Sesi fazla mı yüksek çıkıyordu ne? Hemen sessizleşti.
"Şaka yaptım Jungkook. Sadece şaka. Gülmen için hani. Hep umutsuz çöp kutuları gibi dolanıyorsun ya ortalıkta, o yüzden." Jungkook gülümsedi. "Sen biraz önce bana şaka yapılmaması hakkında kızmadın mı?"
"Aynen öyle oldu canım." Dedi Roseanne, sinir bozucu olmaya çalıştığı gülümsemesini takınarak.
***
Kaçış planına bir gün kala...
"Jungkook!"
"Roseanne?"
"Kalk!"
"Ne?"
Roseanne sertçe Jungkook'u ittirdi. "Aptal! Aptalsın! Kalk hadi, kaçmak istemiyorsunuz?"
Jungkook'un gözleri büyüdü, parladı. Birkaç saniye durdu, nefes nefese kaldı. Gerçekten de kaçacaktı. Buradan kurtulacaktı, artık özgür sayılırdı.
"Kalk!" Dedi Roseanne bir kez daha. Jungkook başını salladı hızlı hızlı, sabırsızlanıyordu. "Kaçmak istemiyor musun? Bu hayata göz mü yumacaksın? Özgür kalmak istemiyor musun?" Jungkook başını hızlı hızlı salladı iki yana.
Hareket etmek istedi, ama hareket edemedi. Sertçe kaldı. Dondu. Kalbinde bir acı hissetti, kolunu kaldırıp ona şaşkınca bakan Roseanne'den yardım beklemeyi diledi ama kaldıramadı. Neden hareket edemiyordu?
"Jungkook hadi!" Dedi Roseanne. "Hareket et! Kıpırda!" Jungkook bir anda kalktı, Roseanne daha fazla duramadı ve Jungkook'un koluna girdi, onu sertçe ittirdi.
Jungkook'un sırtı duvara çarptı, şoktan çıkmıştı. Hızlı adımlarla karşısındaki kadının yanına gitti. "Hadi, ne yapmamız gerek hemen anlat." Roseanne, konuşmanın bu kısmına gelindiğinde sırıttı.
"Sana vereceğim kalem gibi olan bıçağı alacaksın. Polislerin birazdan yemek ve su dağıtım saati geliyor, buranın kapısını açtıklarında, içeri giren bir polise saldıracağız. Genelde üç kişi dolaşıyorlar, ikisini ben halledebilirim. Senden daha kendimde olduğum kesin."
"Sonra?" Dedi Jungkook.
"Polislerin kıyafetini giyeceğiz. Ama önce," dedi Roseanne gülümseyerek. Bıçağı aldı ve saçlarına daldırdı. Jungkook onu durduramadan saçlarını çenesinin altında kesti. Ama hizalı olmadığından çirkin duruyordu. Jungkook bunu ona söylememeye karar verdi.
"Roseanne? Neyse, sonra?"
"Polis kılığına girdiğimizde direkt olarak çıkışa gitmemiz gerekiyor. Orada yük gemilerini bulmamız gerek. Gemilerden biri büyük ihtimalle İspanya'ya gidecek. İspanya değilse de yakınları olmak zorunda. Tüm mali ihtiyaçları oradan karşılıyorlar."
"Tamam." Dedi Jungkook. "Hadi, gidelim o halde. Polislerin seslerini duyuyorum."
"Bekle." Dedi Roseanne. Ellerini saçlarına daldırdı ve karıştırdı. Dizlerinin üzerine çöktü. Oldukça yüksek ve tiz bir çığlık attı. O kadar rahatsız ediciydi ki, Jungkook Roseanne'in ağzını kapatmak istedi. Acı çekercesine kıvranmaya başlamıştı kadın.
Polislerden üçü kapıyı açıp tehlikeli olsa da hücreye girdiklerinde, bir tanesi merakla Roseanne'e doğru eğildi. "Ne bağırıyorsun!" Dediğinde Roseanne fermuarını açtı. Sertçe elindeki bıçağı adamın karnına sapladı.
Polis yere devrildi.
Sonrası saniyeler içinde gerçekleşti.
Roseanne bir diğer polisi bıçaklarken Jungkook da diğer polisi halletti.
Polislerin kıyafetlerini çıkardıklarında Roseanne Jungkook'a şöyle bir bakıp arkasını döndü. Jungkook da aynısını yaptı.
Polislere büründüklerinde, tek hedefleri çıkıştı. Koşmaya başladılar, ne kadar hızlılarsa, o kadar da sessizlerdi. Jungkook tökezler gibi olduğunda Roseanne onu tuttu. "Dayanman gerek. Yaralanmadın değil mi?"
"Yaralı olsaydım," dedi Jungkook fısıldayarak. "Beni bırakırdın değil mi? Ama benden o kadar kurtulamazsın. Hadi gidelim." Roseanne'in elini tuttu ve sürüklemeye başladı.
Nihayet çıkışa varmışlardı.
Oradaydı, kurtuluş.
Gemilere yaklaştılar, binebilmek için merdivenlere yaklaştılar.
Ama ters giden bir şeyler oldu, mesela arkalarından gelen polis çağırışları gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
alcatraz's award ✔
Fanfictionroseanne park, yalnızca en tehlikeli suçluların bulunduğu alcatraz hapishanesinden jeon jungkook'la birlikte kaçar. 🗣️ portakalda vitaminken yazdığım bir kitap, mantık hatalarıyla dolu. okumak size kalmış 🤷🏻♀️