Geçen her dakika bir saat gibi geçiyordu. Genç adam oturduğu yerde hafif sarıya bakan saçını iki eliyle karıştırıp yerinde doğruldu. Nur yüzlüsünün baygın hâlini düşündükçe kalbine ağırlık çöküyordu. Ne olmuştu ona. O güzel yüzü solgundu.
Hastanede kendini sakin tutmaya çalışan genç adam hastane koridorunda gelip geçenlerin dikkatini çekiyordu. Geleli daha on beş dakika olmuştu ama genç adam için vakit geçmek bilmiyordu. İyi olması için dilinden eksik etmediği duasıyla koyu kahverengi gözlerini kapıya odakladı. Bir an önce doktor ya da hemşire kim çıkarsa çıksın kapının aralanması için sabırsızca bekliyordu.
Korkuyordu. Onun bayılmasına sebep ciddi bir hastalığının olma düşüncesi onu perişan ediyordu. Ne yapmalıydı, bilemiyordu. Hastanede diken üstünde duruyordu. Sinefin gözlerini açsa ne diyecekti ona.
Aklındaki karamsarlığı savmaya çalışıp gözlerini etrafta gezdirdi. Koridordan geçen hemşirelerin dışında birkaç hasta yakını vardı. Onların perişan ve yorgun hâlini gördüğünde ister istemez utandı. Kim bilir onlar ne kadar zamandır bekliyorlardı. Sabırsız oluşu sevdiğine yaptığı telaştandı.
Genç adam aklından düşüncelerini, hâl ve hareketlerini yokladı. Rabbine karşı yanlış bir şey yapma düşüncesiyle elleri buz kesti. Telaşı isyana dönüşmüş müydü? Hayır hayır! Acıyan kalbine merhem olan Rabbine karşı isyana sürüklenmemişti. Aklı nur yüzlüsüne yoğunlaşırken Rabbini aklına getirmemesi onu rahatsız etmişti. Bir anlık. Bir anlık telaşla aklına getirmemesi onu rahatsız etmeye yetmişti. İçinden istiğfar çekip yüzünü kavradı. Sinefin onun için imtihandı. İmtihanını Rabbinin rızasına uygun geçmek istiyordu. Gönlü nur yüzlüsüne kavuşmak istese de Rabbinin rızası her şeyden önce gelirdi. Nasipte yoksa vuslat, Rabbinin kalbine nasip ettiği sevgiye şükrederdi. Kalbine işlenen sevgi, Rabbine yaklaştırdığı için şükrederdi.
Seven kalp acır, ağrırdı. Bedene öyle ağır gelirdi ki. O hâle razı olan insan, memnuniyetle taşırdı da onun özlemiyle döktüğü yaşları başkalarından saklamak için debelenip dururdu. Bir anda aklına gelirdi sevdası. Gözleri dolar ve akmak için direnirdi gözyaşları. Bulunduğu ortamdan uzaklaşıp kendini başka yere atmak isterdi insan. Bilirdi dudağını aralasa konuşamayacağını. Konuşmadan gözleriyle anlatmak istese anlaşılmayacağını. Bu acıyı tadan bilirdi. Konuşmadan anlaşılmak ne güzeldi. Gönül saklamaya razı gelse de konuşmak istiyordu. Anlatmak, anlaşılmak istiyordu. Emir için bu öteye geçmiyordu. O, içini açmayı sevmezdi. Sadece Rabbine açardı içini.
Kapının açılmasıyla genç adam odadan çıkan doktora dikkat kesildi. Ağırmış saçı ve orta boyuyla sakinliğini koruyan doktor, karşındaki perişan adamı gördüğünde iç çekerek tebessüm etti.
"Sinefin iyi mi?"
Genç adam dikkatle doktorun konuşmasını bekliyordu. Yüzünü incelemeye bile akıl etmemişti. Şayet yüz ifadesini görse telaşını dindirecekti. Doktor, boğazını temizleyip memnun hâlde konuşmaya başladı.
"Stres ve yorgunluktan direnci zayıf düşmüş. Serumu bitsin çıkarsınız. Gözlerini açtı. Evlat, eşinin değerini bil. İsmin Emir değil mi?"
Genç adam duyduklarıyla sevinirken bir kelimede takılı kaldı. Eş mi demişti? Kalbinin yanmasıyla boğazını temizleyip doktora baktı. Doktorun bakışlarına anlam veremezken aklına gelenle atıldı.
"Evet... Emir, adım."
Doktor gülümsemesini büyütüp başını salladı.
"Eşin gözlerini açtığında ilk seni sayıkladı. Bekletme istersen. Hâlinden telaş yaptığın belli. Geçmiş olsun..."