Bölüm 6

92 12 37
                                    


Su şişelerinin kapağını kontrol ederek çantaya özenle yerleştirirken bunun bana ne kadar yeteceğini düşünüyordum. 3 gün? Belki de en iyi ihtimalle bir hafta? O kadar uzun süre dışarıda olma fikri ürpermeme sebep olsa da en kötü ihtimale karşı kendimi hazırlamam gerektiğini hissediyordum. Tabii bir hafta gerçekten de bizi bekleyen en kötü ihtimalse. Stoğumuz bitmek üzereydi, sadece ormandan topladığımız meyveler ya da avlanma ile gün sonunda midemize inen 3 lokma et bize yetmez hale gelmişti. Ve her şeyden önce Shou 3 gün önce avdayken yaralanmış ve bacağındaki yara enfeksiyon kapmıştı. Sulu, kötü kokan iğrenç bir yara olma yolunda ilerliyordu ve eğer kısa sürede antibiyotik almaz ya da yarası temizlenmezse bacağını kesmek bile onu kurtarmayacaktı biliyorduk. O yüzden Gulf artık ertelediğimiz günün gelip çattığını haber vererek yolculuğunda ona eşlik etmemi istemişti. Ben, Gulf, Nash ve Helena gidecektik. Mike kamptakileri koruma görevini üstlenmişti. Her ne kadar kampımız artık daha güvenli olsa da arada ziyaretçilerimiz oluyordu ve sonunda onları haklayabilecek birine ihtiyacımız vardı. Helena'nın yanımda olması içime biraz olsun su serpti. Ona güveniyordum, Gulf ile farklı teknikleri vardı ve ikisi de yanımızdayken belki de şehre gittiğimizde çokta korkacak bir şeyimiz olmayacaktı. Sahi ya şehir nasıldı acaba? Tur şirketine giderken içinde geçtiğimizde ufak kasaba tarzı bir havası vardı. Etraf turistlerle doluydu. Yerliler ya dükkanlarında bir şeyler satıyor ya da turistlere yardımcı oluyorlardı. İlk gördüğümde hoş bir görüntü olduğunu düşünmüştüm. Kültürler iç içe geçerek size farklı renkle sunuyordu. Bir köşede Budist tapınağı, ibadet eden insanlar varken diğer tarafta yerli çocuklar top oynuyordu. Oldukça ufak ve sıcak bir kasaba imajı çizmişti gözümde. Şimdi ise o insanlar ne haldeydi, kasabaya ne olmuştu, tüm bunlar bizim için bilinmezdi. O insanlar dönüştükten sonra kasabada kaldıysa bizi kesinlikle çok kötü bir tablo bekliyordu, sessizce işimizi halletmeli ve zombilerden mümkün olduğunca uzak durup hemen geri dönmeliydik. Umudumuz farklı yerlere dağılmış olmalarıydı.

Çantamın en üstüne yiyecek bir şeyler koyduktan sonra fermuarı kapatıp gitmek için bekleyen arkadaşlarımın yanına adımladım. Herkes toplanmış ve bizi uğurlamak için bekliyordu. Meaow ondan uzaklaşacak olmam fikrinden nefret etmişti, bunu gözlerinden anlayabiliyordum. Beni köşeye çekip gelmek istediğini dile getirdiğinde kampta kalmasının onun için daha güvenli olduğunu söyledim. Evet kesinlikle kıpkırmızı gözleri ne kadar çok kızdığını ve gitmemi istemediğini gösteriyordu. Ama başka şansımız yoktu, bunun o da farkındaydı. O yüzden sıkıca bana sarıldığında bende ona karşılık verdim.

'Kendine çok dikkat et ve sağ salim geri dön.'

İşte sessiz kabullenişiydi. Son seferki gibi kahramanlık rolüne bürünme, sadece hayatta kalmaya bak ve bana geri dön diyordu. Cevap vermeden sadece kollarımı daha sıkı sardım ona. Söz verecek yüzüm yoktu, çünkü kendimi tanıyordum. O an geldiğinde daha dikkatli olacaktım ama öylesine kaçmak asla yapmayacağım bir şeydi ve bunu o da biliyordu. Sırtıma değen başka bir elin hissiyle sarılışımı gevşeterek kafamı arkaya döndürdüm. Gulf yüzünde ufak bir gülümsemeyle Meaow'a bakıyordu.

'Merak etme, abini koruyacağım ve lezzetli şeyler yerken sana kasabadaki macerasını anlatıyor olacak.'

Ona göz devirmek ile görmezden gelmek arasında bir yerde kalmıştım. Ama sonra Meaow'un sulanmış gözlerini görünce tam tersi bir şey hissettim, minnet. Sanırım bu aptalca sözü kız kardeşimi rahatlatmıştı. İşte dediğim buydu. Flört etmiyordu ama her an Meaow'u düşünüyor, ona bakıyor ya da duygularını önemsiyordu. Onu çözmekte zorlanıyordum. Tam olarak kafasından neler geçiyordu anlamıyordum.

'Bu kadar dramatik olmana gerek yok Gulf. '

Yavaşça kardeşime döndüm ve yanaklarına elimi koyarak alnına ufak bir öpücük kondurdum. Bunu çok sevdiğini söylerdi hep. Şu an iyi hissetmesi için her leyi yapabilirdim.

'Helena'da arkamı kollamak için orada olacak.'

Yandan gelen ufak homurdanmayı görmezden gelerek konuşmaya devam ettim.

'Bende onların arkasını kollayacağım, o yüzden endişelenme ve tetikte ol. Eğer bir sorunun olursa Mike hep yanında olacak. Tamam mı?'

Mike'a o kadar çok Meaow'u tek bırakmamasını söylemiştim ki çocuk artık beni gördüğü yerde Meaow aklımda diyordu. Ama onu emanet etmeye güvenebileceğim tek kişi oydu.

'Pekala sevgi böcekleri artık gitsek mi?'

Helena at kuyruğu yaptığı saçlarını savurarak ellerini beline koydu. Bu 'sıkıldım artık gitmiyor muyuz?' duruşuydu. Meaow'a birkez daha sarıldıktan sonra Nash'i de yanımıza alarak çiftlik sınırlarından çıkmak üzere yürümeye başladık. Bizi ne bekliyordu bilmiyorduk. Gulf yaklaşık 1 günün sonunda kasabaya varacağımızı söylemişti. Gece güvenli bulduğumuz bir yerde mola verecektik. Yiyeceklerimiz bizi en azından 3 gün götürecek kadar vardı, ama çantalarımızı mümkün olduğunca boş bırakmıştık. Dönüşte dolu dolu çantalar eşliğinde dönmeyi umuyorduk çünkü. Marketler hala dolu muydu? Yoksa kasabadaki insanlar panikle hepsini alıp kaçmışlar mıydı bilmiyorduk. Ama şansımızı deneyecektik. Önce hastaneye oradan da marketlere gidip, işimize yarayan ne varsa alıp geri dönecektik.

'İyi misin?'

Daha gezimizin ilk 15 dakikasındaydık. Önümüzde Nash ve Helena bir şeyler hakkında konularak yürüyorlardı. Gulf ise adımlarıma eşlik edercesine bir tık daha yavaştı. Düşünürken ya da kafam dolu olduğunda farkında olmadan yavaş yürürdüm. Bizi geride bırakmayacak kadar ama yine de yavaş. Korktuğumu mu düşünüyordu? Ya da Meaow'u geri de bıraktığım için üzgün olduğumu? Ne için sorduğunu bilmiyordum ama yine beni okumakta iyi iş çıkarmıştı.

'Bilmiyorum.'

İyi değilim demek istemiyordum, ama iyi olduğumda söylenemezdi. O yüzden sanırım en uygun cevap nasıl olduğumu artık bilmediğimdi. Koca bir boşluk ve sadece hayatta kalmaya adanmış günler. Gulf yavaşça kolumu tuttuğunda adımlarım durarak ona döndüm. Gözlerinde daha önce görmediğim başka bir duygu kırıntısını yakaladım ama ne olduğunu bilmiyordum, bunu bana ilk defa göstermişti. Onu gerçekten tanımıyordum ve çözmem gereken bir bulmaca hissi yaratıyordu bende.

'Korkman doğal. Kardeşin için endişelenmen doğal. Bir anda kendimizi inanması güç bir tabloda bulduk. Durup düşünmeye bile fırsatımız olmadı.'

İki eliyle omuzlarımı bana güven verircesine sıktığında vücudumun gevşediğini hissettim.

'Arada zıt düşsekte senin yanında olduğumu bilmeni istiyorum. İleride ne olursa olsun, seni korumaya çalışacağım ve yaptığım şeyler için beni yargılama olur mu?'

Dedikleriyle kaşlarım çatıldı. Onu yargılamam için ne sebebim olabilirdi ki? Ona hep minnettar hissediyordum. Bunca zaman bize yardım eden oydu ve yanlışları olsa bile bunu isteyerek yapmadığını biliyordum. Tam ona ne demek istediğini soracakken kollarını benden çekip az öncekine oranla daha hızlı bir şekilde ilerlemeye başladığında arkasına bakmaktan başka bir şey yapamamıştım. Gerçekten bir bulmaca gibiydi ve onu çözmekte çok zorlanıyordum.

--

Hey millet!

Kontrol etmeden attım, biraz da kısa ama bu seferlik böyle olsun.

Artık zombi savaşları kısmımıza geliyoruz. 

Umarım batırmam.

Gulf ne demek istedi acaba? Benimde kafamı karıştırdı bak şimdi...

Sevgiyle kalın.

Diğer bölümde görüşmek üzere :3

Sunflowers Fall (Türkçe) (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin