Bölüm 8

134 13 74
                                    

Temkinli adımlarla kasabanın güney ucundaki rotamızın ilk adresi olan, yeşil ağaçların ve güzel kokulu çiçeklerin arasında filmlerden fırlamış gibi görünen mütevazi hastaneye doğru yürüyorduk. Kasabalının temel sağlık ihtiyaçlarını karşılayacak, iki katlı bir binaydı. Güneş camların içine girip bizi nasıl bir manzaranın beklediğini az çok gösteriyordu. Kimseler görünmüyordu, tüm malzemeler yerli yerindeydi, yataklar en ufak bir kırışıklık olmadan duruyordu. Sanki ufak çiftlik evimiz değil de burada kalmayı seçsek hem çok daha lüks içinde yaşar hem de daha güvende olurduk. Yarım saat kadar süren yürüyüşümüzde her şey o kadar ürkütücüydü ki diğer bir adımımı atarken tereddüt ediyordum. Rüzgar ve ağaç dallarının sesi dışında çıt çıkmıyordu, tabii birde bizim ayak seslerimiz. Gulf en öndeydi, arkasında ben ve Nash, en arkada ise Helena geliyordu. Gelecek her türlü tehlikeye karşı dikkat kesilmiştik ama biz kendimizi ani saldırıya karşı hazırladıkça etrafımız o kadar sakinleşiyordu. İçimdeki o tuhaf hissi bir türlü atamıyordum. Tüm kasabanın bir anda ortadan kaybolması ve el değmemişçesine bize kapılarını açmasını tek tuhaf bulan ben olamazdım. Her şeyin bu kadar kolay ilerlemesinden çok insanların ortadan kaybolması beni korkutuyordu. Şu an karşımızda onlarca zombi olsa daha az gerilirdim, en azından o beklediğim bir tabloydu ama şu an olanlar beni hazırlıksız yakalamıştı ve ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Gulf merdivenleri çıkıp girişe doğru adım atınca kapı otomatikman açılmıştı. Bu ani hareketlenme karşısında hepimiz donaklmış önümüze bakıyorduk. Hala sensör bizi algılıyordu, hala elektirikler vardı. İçimde yeşeren ufak sevinci zorlukla yerine postalarken adımlarımı biraz hızlandırıp içeriye girmeden önce etrafı kolaçan eden Gulf'un yanına gelmiştim. Koridor boş duruyordu, içeriden en ufak ses gelmiyordu. Pencereden gördüğümüz kadarıyla beklediğimiz bir manzaraydı bu. Hastaların sıra beklediği koltukların biraz ilerisinde içi balıklarla dolu olan akvaryum sanki haftalardır dünyamız kaos içerisinde süzülmüyormuşçasına canlı ve hareketli görünüyordu. İçinde çeşit çeşit balıklar bir sağa bir sola salınarak hayatlarının tadını çıkarıyorlardı. Diğerleri de gelip içeriyi kolaçan ederken onları arkamda bırakıp danışmanın olduğu yere hızla ilerledim. Bilgisayar çalışmıyordu, telefonların ise kabloları kesilmişti. Telleri tek tek etrafa saçılmış olan telefonu kaldırıp sinirle geri yerine koydum. Anlam veremiyordum. Kim neden tellerini kesmiş olabilirdi?

'Kabloları kim keser ki?'

Nash kaşlarını çatmış eline aldığı telefonun kablolarını birleştirmeye çalışıyordu. Onların artık düzelmeyeceğinin bilincindeydim. Diğer masadaki bilgisayarlar ve telefonlarda aynı şekildeydi. Elektirik hiçbir işimize yaramayacaktı.

'İşimizi halledip çıkalım buradan.'

Gulf ecza odasına giderken arkasından ilerledim. Belki dünden beri aramızda kara bulutlar dolaşıyordu ama şu an tavır alacak ya da birbirimizi görmezden gelebileceğimiz zamanda değildik. Çantasına bulduğu tüm ilaçları yerleştirirken bende karşıdaki çekmecede elime geçen sargı bezleri ve steril olarak kullanabileceğimiz her türlü işe yarar şeyi elimdeki çantaya dolduruyordum. Ağrı kesiciler, antibiyotik, biraz parasetamol ve uyku hapları bulmuştum. Rafları karıştırırken benzeodiazepin ve opoid başlığı altında bulduğum tüm ilaçları almıştım, tarihlerine bakma tenezzülü göstermiyordum, onları tek tek inceleyecek vaktimiz yoktu. Son çekmeceyi de hallettiğimde gözüm karşıdaki üstünde tek kırışıklık olmayan yatağa takılmıştı. Elimde olmadan yerimden kalkıp vücudumu onun üstüne bıraktım. Eklemlerim sevinç çığlıkları atarken gerinip yüzümü iyice yastığa sürmüştüm. Güzel koktuğu söylenemezdi ama çok rahattı. Yüzümde oluşan gülümsemenin farkında değildim, refleks olarak bir anda bedenim tepkisini göstermişti. Çiftlikte sırt çantalarımız ya da elimizdeki giyilmeyen kıyafetleri yastık olarak kullanıyorduk. Mei bize yapraklardan yastık yapmayı denemişti ama daha yattığımız gün gelen böceklerden ve kaşıntıdan dolayı bu şıkkı elemiştik. Boynumuz yastıksız yatılan gecelerden sonra acı içinde talebini dile getirmekten çekinmiyordu, bizse imkanlar dahilinde ona istediği konforu sağlayamıyorduk elbette. Keyifli bir iniltinin ağzımdan dökülmesine engel olamadım, ani bir uyku bedenime çöreklenmişti. Eh malum dün gece nöbet tutmuş ardından da direk koşturarak buraya gelmiştik, uykusuzluktan ölüyordum ve bu rahatlık bastırmaya çalıştığım tüm yorgunluğu gün yüzüne çıkarıyordu. Kalkmalıydım. Gitmeliydik. Kendime telkinler verirken yatağın üstünde oluşan ağırlıkla gözlerimi zorlukla araladım. Gulf ranzaya sırtını yaslamış yandan bana bakıyordu. Neden yanıma uzandığını sorgulamaya çalışsam da o kadar gevşemiş hissediyordum ki sanki az önceki ilaçları doldururken yarım şişeyi de mideye indirmiştim, ağzımı açmaya takatim yoktu. Gulf ufak bir gülümsemeyle ellerini saçıma doğru götürmüş, sonra ise vazgeçmiş gibi açık olan gözlerimi yavaşça kapatmıştı. Ellerinin soğukluğu biraz ürpermeme sebep olsa da zorlukla bulunduğu zamana tutunmaya çalışan bilincimde artık paydos bayraklarını çekerek kapanmaya başlamıştı.

Sunflowers Fall (Türkçe) (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin