Her gece yavaş yavaş adımlarla gittiği harabe evine bu gece hızlı adımlarla gidiyordu.O kadar hızlı gidiyordu ki nefes bile almamıştı yürürken. Bir an önce varmak istiyordu, bir an önce onu görmek istiyordu. Yüzünü net görememesine ve gelmeyeceğini söylemiş olmasına rağmen geleceğini biliyordu. Bu düşünceler kafasında susmak bilmeyince adımlarını koşar adımlara çevirip onda da yetersiz gelince bir süre sonra koşmaya başladı. Harabenin önüne geldiğinde yine aynı hızla içeri girip, odanın önüne gelince sağ kolunu duvara yaslayıp kafasını eğerek soluklandı. Nefes alışverişleri düzene girmişti girmesine ama sorun kalp atışlarındaydı. Sırtını duvara yaslayıp elini kalbinin üstüne koyarak sakinleşmesini bekledi. Tüm uzuvları heyecandan titriyordu. Neden böyle olduğu hakkında ise hiçbir fikri yoktu. Son kez derin bir nefes alarak yavaş adımlarla usulca içeriye girdi. Kilidi kırık dolabı açarak günlük rutinini yaptıktan sonra ek olarak meşaleyi yakarak titrek adımlarla gözünü kapatarak yavaşça arkasını döndü. Korkuyordu. Çünkü odada yanan odunların çıtırtısından başka bir ses daha duymayı bekliyordu, başka bir insana ait olan nefes sesi gibi.. Ama duymuyordu, heyecanla atan kalbinin gürültüsü yüzünden. Anlık hızla gözlerini açtığında onu gülümseyen bir suratla kendisini izleyen bedeni gördüğünde ağlamak istedi. Gözleri dolmuş bir şekilde yanına oturup;
- Hep böyle sözünün eri misindir? dedi havalı görünme maksadıyla. yanındaki beden kısık denecek bir şekilde kahkaha atıp;
- Gelsemde, gelmesemde ağlayacağını bildiğim için sözümü çiğnemeyi tercih ettim.
- Ağlamıyorum ben. dedi küçük olan burnunu çekerek. ve yine kısık bir kahkaha daha..
Rahatlamıştı Lee Felix.. Acabalarla geçirdiği bir günün sonunda onun kahkahasını bile duyuyordu. Hâlâ yüzünü net göremediği gerçeğini yıkmak amacıyla hızla yüzüne yaklaştığında yanındaki ne yaptığını anlayıp aniden kendini geri çekmesiyle küçük olan sinirle hızla uzaklaştı. Sinirini hemen içine atıp sakince yanına oturdu. Sinirini çabucak kontrol altına alabilen biriydi. Yanındaki beden onun bu ani geçiş duygusuna şaşırsada belli etmedi.
- Bugün ne çalacaksın?
- Çalmak için önceden bir şey belirlemem o anki ruh hâlime uygun parçalar çalarım. Ya da günüm nasıl geçtiyse onu çalarım.
ve ekledi.
- Hangisini çalmamı istersin?
Yanındaki beden asla böyle bir soru beklemediği için uzun bir müddet sessiz kaldı. Cevap gelmeyeceğini anlayan Felix yerinden kalkıp piyanonun altındaki Mei'nin yanına gidip doyasıya sevdikten sonra önündeki mama kabına aldığı mamaları dökmüştü. Evet, onca kafa karışıklığının içinde bile Mei'yi unutmamıştı. Mei her zaman ki gibi önce Felix'in kucağına çıkıp boynuna sokularak teşekkürünü etmiş, daha sonra önündekileri yemeye başlamıştı. Felix, Mei'yi bir müddet seyrettikten sonra taburesine çekilmiş önündeki tuşlara boş boş bakmaya başlamıştı. Her zaman rastgele çaldığı tuşlara bugün parmaklarını bile dokunduramıyordu. Çünkü ne hissettiğini bilmiyordu. Az önceki yoğun duyguları gitmiş yerini hissiz bir boşluğa bırakmıştı.
- Açıkçası..Aslında..Yani sen öyle bir anda hangisini çalmamı istersin diye sorunca sadece bir tane seçme hakkımın olması beni zora soktu. Çünkü ikisinide istedim o an. Neden bilmiyorum hem gün içerisindeki yaşadığın şeyleri, hemde şu anki ruh halini merak ettim. Hatta..
güldü siyahların içindeki genç ve devam etti.
- Ben meraklı biri değilim biliyor musun? Hiç olmadım da. Seninle karşılaştığımdan beri..
dedi ve sustu. Biraz daha devam ederse tüm her şeyi anlatacağını biliyordu. İçten içe anlatmayıda istiyordu nedensiz. Ama şimdiye kadar sustuklarını bir anda anlatmak bu kadar kolay olmamalıydı. Hemde hiç tanımadığı birine. Bazen hiç tanımadığı birine anlatma isteğiyle dolup taştığı zamanları da olmuştu fakat onunla konuşmak isteyen kimse olmamıştı. Tüm herkes onunla konuşmak istemesine rağmen. Karşısındaki çocuğun ise kendisine olan ilgisi iki günde tüm düzene soktuğu kararlarını alt üst etmişti. Onu ilk gördüğü anda anlamıştı aslında verdiği kararların bir bir yıkıldığını.. Beklentiyle kendisine bakan karşısındaki çocuğa baktığında yanılmadığını anladı. Karanlıkta çok net görmüyordu onu ama kendisini pür dikkat dinlediğini biliyordu. Şimdilik yine her zaman ki gibi sustuklarını içine atarak sadece isteğini dile getirdi.
- Şu an neler hissettiğini merak ediyorum. Geçmişi bırakıp ânı yaşamak gerek. Ve ben bunu istiyorum.
- Az önceye kadar hiçbir şey hissetmiyordum. Ve..Bana ikisinide istediğini söyleyebilirdin.
- Bunu neden yapasın ki? İnsanlar tüm duygularını ortaya dökmeyi pek sevmezler.
- Ânı yaşamak gerek.
Güldü siyahlı. Karşısındaki ânını o ân onun istekleri için yaşamayı seçmişti. Şimdiye kadar hiç kimse onun isteklerini yapmamıştı. Bu yüzdendi kimsesizliği.
Kulağına gelen melodik sesle ruh hâlini anlamaya çalıştı. Yoğun hisler barındırıyordu tuşlardan çıkan sesler. O kadar çok duygu geçişi yaşıyordu ki kendisininde aynı duyguları yaşadığına emin oldu bir zaman sonra. Sonlara doğru yavaşlayan müzikle kendisini rahatlığın kollarına bırakıp huzurla bir nefes verdi. Bir tüy kadar hafif hissediyordu artık.
Seslerin kesilmesiyle gözünü açtı. Rahatlığı veren kişiyi yanında kendisini izlerken görmeyi beklemiyordu.- Yüzünü görmek istiyorum.
Aradan geçen kısa bir zamandan sonra siyahlı genç döndü yanındakine.
- Karanlıktayız..
- Ay ışığında görmek istiyorum o zaman.
- Bugün bana sinir oldun mu hiç?
- Tuşları sertçe bastığımdan mı anladın?
Kafa salladı sadece. Nasıl olurdu da duygularını müzik yoluyla ifade edebiliyordu ki. Hatta daha çok kendineydi hayreti müzikle ilgili her hangi bir şeye tahammülü olmamasına rağmen sakinliğini koruyabilmişti. Yanındaki miydi onu sakin kılan, yoksa duygularını sakinleştirme çabasının başarılı oluşu muydu? İki gündür kafasını allak bullak eden bu çocuğu o da daha yakından görmek istedi. Kendisini asla sıkmayışı, sabırla ve ilgiyle dinleyişi.. Kendisini merak ettiğini biliyordu ama o ondan daha meraklıydı aslında bunu bilmiyordu. Bir hışımla ayağa kalkıp;
- İstersen arkamdan gelebilirsin.
- Umarım gittiğimiz yerde beni hayal kırıklığına uğratmazsın.
- Böyle söyleyince ağır geldi.
- İsmini bile söylemek istemeyen birisin. Yüzünü göstermeni istemem daha ağır gelmiştir eminim.
- İstemeseydim, gelmeni söylemezdim o yüzden daha fazla zorlama.
- Sanırım bu gece, ay ışığının bana verdiği en güzel manzara olacak.
- Yüzümü görmeden önce keşke bunu söylemeseydin. Ay ışığını sana karşı mahçup etmek istemiyorum çünkü.
- Mahçup eden kişinin ben olduğuna emin olabilirsin.
Bir şey demedi siyahlı. Cevap vermeden sessizce adımlarını sürdürdü arada sırada gittiği yere. Bu sefer tek başına değildi. Arkasından gelen biri vardı dolunayın parlaklığında. Gittiği yere yaklaştığını anlayınca arkasına döndü ve küçüğün gelip gelmediğini kontrol etti. Şehrin dışına yakın bu 24 katlı binada hiç bir yaşam belirtisi yoktu. Geldiklerinde binanın arkasındaki yangın merdiveninden çatıya doğru çıkmaya başladı. Ve arkasındaki de kendisini takip etti usulca. Çatıya geldiklerinde küçüğün heyecanı artık ulaşılamaz bir boyuta gelmişti. Biraz ilerideki masaları gösterip eliyle işaret etti oturması için. Küçük ise masaya değil de duvara oturarak bacaklarını sallamıştı şehre doğru. Yanındaki kıpırtıyla yavaşça kafasını çevirdi. Ve izledi o merak ettiği yüzün ay ışığında ortaya çıkışını. Tek kelimeyle büyülenmişti. Güzel olduğunu biliyordu ama bu kadarını beklemiyordu. Tarif edilemezdi bir güzellikteydi karşısındaki. Nasıl tarif etsindi ki tutulmuş kalmıştı. Nefesini düzene sokup, boğazındaki biriken yutkunmaları yavaşça geri gönderdikten sonra;
- Seni görene kadar ay ışığının hayatımdaki en parlak şey olduğunu sanıyordum.
- Seni görene kadar yıldızların gökyüzünde olduğunu sanıyordum.
Ve sustu ikili.. Ay ışığı yerini bulutların ardındaki güneş ışığına bırakana kadar..
━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━━
"Susmaktan yapılmıştır bazı anlar, yüksek sesle okunduğunda dağılırlar..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-dea | -changlix
Fanfiction-senin de mi yıldızlarını söndürdüler yoksa? -yıldızlarım hiçbir zaman parlak olmamıştı.