1924 gün sonra
Sıcak geçen yaz yerini tamamen sonbahara bırakmış, Eylül'ün ılık esintisi camdan içeriye sızıp koltukta kahvesini yudumlayarak gazete okuyan Lee Felix'in yüzünü gıdıklamıştı. Hissettiği serinlik ile gülümseyip elindeki gazeteyi bırakıp havanın tadını çıkarmak için dışarı çıkmaya hazırlanırken duyduğu kapı sesiyle irkildi. Karşısındaki duran kişininde kendisinden bir farkı yoktu. Şaşkınlığı üstünden ilk atan Jisung olup;
- Ben bakarım Felix Bey. dedikten sonra adımlarını kapıya yöneltmişti. Ardında şaşkınlık içinde olsada "Bana bey deme diye daha ne kadar daha diyeceğim." diyen Felix'in sözlerine kulak asmadan.
Elinde bir zarfla bakışarak gelen Jisung bir yandan açıklama yapıyordu;
- Kapıyı açtığımda kapının önünde kimse yoktu. Bakındım ama kimseyi göremedim. Sadece yere koyulan bu zarf vardı. diye açıklamasını bitirerek zarfı Felix'e uzattı.
Felix, Jisung'un elinden aldığı zarfın önüne ve arkasına baktıktan sonra hiçbir şeyin yazmadığını görmesiyle kaşlarını çattı. Yavaş bir şekilde zarfı açarken içindeki kasılmaya o an anlam veremedi. Zarfı açtığında bir resim sergisinin davetiyesini görmesiyle merak ve şaşkınlığı biraz daha arttı. Davetiyenin saati yazarken yerinin ve kimden geldiğine dair isminin yazmaması canını sıkmıştı Felix'in. Davetiyenin arkasını çevirdiğinde gördüğü gece yazısıyla elleri titredi Felix'in. Ellerinin titremesiyle elindeki davetiye ağaçtan düşen bir yaprak misali yavaşça yeri boyladı. Uğuldamaya başlayan beyni, kesik kesik aldığı nefesleri, sıkışan göğsü ve titremeye başlayan bacakları ile ayakta durmaya zorladı kendini. Yüzünün renginin attığını gören Jisung hemen koşarak Felix'i bayılmadan önce tutmayı başarmıştı. Küçük bedeni kucaklayıp yatağına yatırıp kendisine gelmesini bekledi. Küçük bir kağıt parçasının onu bir anda bu denli kendinden geçmesine sebep olanın ne olduğunu merak etsede sebebini öğrenemeyeceğini biliyordu.
Lee Felix, Jisung'a göre sırlarla dolu bir insandı. Çünkü ne kendisi hakkında nede geçmişinden bahsetmişti ve bunun olmasınada asla müsaade etmemişti. Gerçi Jisung'ta bir çalışan olarak fazla burnunu sokmaması gerektiğini bilsede içindeki meraka bir türlü söz geçirememesine rağmen tek bir soru bile sormamıştı. Felix Jisung'a defalarca çalışanım değilsin çalışan harici her şeyimsin demesine rağmen kendisini böyle daha rahat hissediyordu. Hayatını Felix'e borçlu olan bu küçük çocuk hayatını Felix'e adamaya yemin etmişti. Tam hayattan vazgeçerken Felix ile karşılaşması bir mucizeydi. O gece hayattaki tüm şikayetlerini köprüde Felix'e anlattıktan sonra, Felix'in tüm anlattıklarına gülmesi sinirlerini fena hâlde bozsada hiçbir şey dememişti. Ertesi gün yine aynı yerden Felix'in geçtiğini görmesiyle günlerini Felix'i bekleyerek geçirmişti. Tekrar konuşabilmek adına. Ama ona bir daha yaklaşamamıştı. Nasıl yaklaşabilsindi değil mi ülkenin en genç ve en başarılı piyanistine?
Tam 12 günün ardından yine Felix'i beklerken Felix'in Jisung'a "Hayat güzel değil mi?" demesiyle Lee Felix tarafından ikinci şansını kullanmıştı. Köprü o gece Lee Felix ile ikinci defa Han Jisung'un hayat hikayesini dinlemişti. Gece yerini beyaza bırakırken Lee Felix'in ayaklanıp Jisung'a "Hadi gidiyoruz." demesiyle Han Jisung bilmiyordu ki yeni hayatına doğru gittiğini..
Yataktaki bedenin kıpırdanmaya başlamasıyla geçmişten sıyrılıp elini daha sıklaştırdı Jisung. Felix gözlerini açtığında başındaki korkmuş olduğu belli olan çocuğu görmesiyle gözlerinin dolmasına engel olamadı. Hayatına hiç beklenmedik bir anda dahil olan bu çocuğun kendisine olan endişesi bazen ağlamasına sebebiyet veriyordu. Dolan gözleri ile ağzını açmaya yeltendiğinde Jisung Felix'in bir şey demesine fırsat vermeden;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-dea | -changlix
Fanfiction-senin de mi yıldızlarını söndürdüler yoksa? -yıldızlarım hiçbir zaman parlak olmamıştı.