Korktuğum oldu ve istekler dağ gibi birikti. Ama halledeceğim.
Bu arada bir isteği atlamışım yanlışlıkla. Bu kitabı okuduktan sonra fark ettim. En kısa zamanda onun için de bölüm atacağım.
Here we go.
Yepp. Dış görünüş bu. Ilk izleniminizi edinin diye kitabın genel görünüşünü en başta veriyorum. Ama bunları baştan eleştirmek pek de sağlıklı değil özellikle de kitabın kapak ya da isim gibi ufak şeylerden daha büyük sorunları varken.
Evet, büyük sorunlar. Kurgu, anlatım, yazım yanlışları pek olmasa da göz yoran fiziksel kusurlar hırla.
Can acıtıcı şeyleri pek de rahatsız olmadan söyleme gibi illet bir huyu olan ben denis, (siz belki buna düpedüz patavatsızlık ya da kabalık dersiniz, canınız sağ olsun.) Kitabın sadece 6 bölümüne katlanabildiğimi itiraf ediyorum. Evet, katlanmak, zevkle okumak ama zamanı olmadığı için yarıda kesmek değil. Bir eleştirmen kişisi böyle bir ifade kullanıyorsa durum vahimdir.
Anlatım, evet en ciddi sorun galiba bu. Çünkü böyle bir kurguya daha iyi ve ayakları yere basan bir anlatım eşlik etseydi belki de söz konusu çalışma daha okunabilir hale gelirdi. Tabii, buna rağmen kurguda en iyi anlatımın bile düzeltemeyeceği hasarlar var. Ama değineceğim, sabredin.
Giriş kısımları bana hep gereksiz gelmiştir. Bir kurguyu okumaya niyetlendiysem giriş kısmında en azından kurgu hakkında birkaç fikir edinebileceğim bir yazı isterim, şiir ya da buna benzer şeyler değil. Bir kitapçıda olduğunuzu ve elinize rastgele bir kitap aldığınızı düşünün. Kapak, isim ve yazardan sonra hemen arka taraftaki yazıya bakarsınız. Ve ancak tanıtım yazısında ilginizi cezbeden bir şeyler görürseniz girişi okumaya zahmet edersiniz. Böyle şiirimsi şeyler bence çoğu eleştirmenin aksine tanıtım kısmında pek tabii yer alabilir. Ama zaten tanıtımda böyle bir anlatım varken bunun kopyası bir giriş gereksizdir. Hele de insanların kitap önsözlerini okumayıp es geçişi bir hayli yaygın bir çağda, resmen ıntihar gibi bir şeydir. Çılgınlıktır. Okuyucunun hele de böyle dram dolu upuzuuun yazılardan sıkılıp oradan hemen tüymesi de an meselesidir.
Anlatımı eleştirmeye yeltenip giriş hakkında tonla şey zırvalayan ben, daha değineceğim bir sürü şey varken bölümün ne kada uzayacağını dehşetle fark ettim. Evet, tam şu an. Bir de seni bölümlerin çok uzun diye yerden yere vurmayı planlıyordum... Eh, belki biraz hak veririm.
Anlatımın ciddi manada boğucu. Daha ilk bölümden giriş yetmezmiş gibi hiç tanımadığımız bi karakterin o anki ruh halini paragraf paragraf anlattın. Yahu, önce bir mekan yarat. Karakterlerini içine koy. Durumu bir anlayalım sonra geniş geniş yap betimlemelerini!
Ve anlatım o kadar soyut ki. Efsunlar, bilmem neler, havalı havalı sözler. Bir bölümün neredeyse %70 i soyut, aklımızda canlandıramayacağımız şeylerle geçiyor. Hepsi de dram, hepsi de kapkaranlık. Anlıyorum, biraz depresyon mood geçmesi lazım. Ama izleyici ya da okuyucu acıtasyonu böyle direkt damardan almak istemez. Kaldı ki dram yazmak da her baba yiğidin işi değildir. İnce şeylere, kimi zaman bir yüz ifadesi ya da onun gibi somut bir şeylere anlatmak istediğin tüm duyguyu yüklemen gerekir. "Bugün çok dışlanmış hissediyorum. Sanki ait değilim buraya." İle, "yumurtalığın yanındaki yarım limon gibi hissediyorum." Arasında dağlar vardır mesela. İkincisi daha akılda kalıcıdır. Dolabı açıp yumurtalara baktığında aklına gelir mesela. Özünde basittir ama etkilidir. İlk örnek öyle mi? Değil.
Yanlış anlaşılma olmasın. Elbette soyut anlatımlr da olmalı. Her duyguyu yumurtalarla ya da öyle bir şeyle anlatamazsın. Anlatılsa bile bu sefer fazla somutluktan içimiz kıyılır. Söylemek istediğim şey bunun bir dengeye oturtulması gerektiği.
Ve ve ve kurgu! Kurgu nerede, göremiyorum bile. Uh, şurada, demin bahsettiğim karanlık betimleme denizlerinde neredyse boğulmak üzere. Gördünüz onu, değil mi? Küçük bir nokta gibi ama şimdi denis onu tutup çıkaracak ve kah yerden yere vuracak, kah göklere çıkartacak.
Peki, bir baş karakterimiz ve klasik ayyaş paragöz bir babamız var. Çocuğunu sevmeyen bir annemiz var. Bu bok çukurundan esas kızımızı kurtaran bir baş kankamı bile var. Liseye başlıyorlar. Esas kızımız bir aşk yaşamayacak mı? Elbette yaşayacak! Otobüste Atıf'la karşılaşıyor. Ne olduğunu anlamadan yine o şiirsel konuşmalarla bir bakıyoru ki iki günde aşık olmuşlar. Kızımız oğlanı epey benimsemiş, arafım falan bile demiş. Fotoğraf olayı falan derken olmazsa olmazımız, bu kumruları birbirlerine daha da yaklaştıracak bir düşman bile çıkıvermiş; Gürkan. Yani... olaylar o kadar sıradan ki. Bu olaylar benim başıma gelebilir. Hatta sokakta birini durdurun sorun, belki daha ilginç bir şey yaşamıştır. Ele alınabilecek bir alay konu varken liseli bir kızın okul ve ev arasında dokuduğu hayatını, belki de hiçbir mesaj vermeden anlatıyorsun. Kimin neden dikkatini çeksin? Benim dikkatimi çekmedi.
İnsanlar sıradan şeyler okumayı genelde sevmiyor. Sıradan bir hayata sahip biri neden hayatına daha da sıradanlık katmak için okusun ki böyle bir kitabı? Diye soruyorum kendime. Kitaptaki figürler de epey tanıdık. Maksim gorki'den sıçrayıp gelmiş ayyaş baba. Kanal 7'de rastgele karşımıza çıkan çirkef anne. İçten içe kendini kanıtlamak uğruna kavga eden ergen Atıf.
Bak bunlar yazılmaması gereken şeyler demiyorum. Sıradan şeyler yazılmalı ama bu alışılageldik figürleri hiç kimsenin aklına gelmeyecek, çok farklı ve özgün şekilde ele alman gerekir. Bu da zor ve meşakatlidir.
Bunun için örnek gösterebileceğim hatta duruma şıp diye oturacak bir Gogol örneği var mesela elimde. Ölü Canlar kitabında küçük, basit insanları ve olayları mizah ve kendine özgü anlatımıyla öyle bir ortaya koyar ki alışılageldik zengin bir toprak ağasının hayatını okuyasın gelir. Karşına getirdiği, günlük hayatta karşına çıkabilecek türden insanlara daha farklı, kimsenin aklına gelmeyecek yönlerine ayna tutar. Birisi çıkıp, köylülerin ölü canlarını satın almak isteyen ikiyüzlü bir adamın hikayesini sade bir anlatımla anlatsa sıkılırsın. Bildiğin şeylerdir çünkü. Olaylar basitse bile bunu süsleyecek bir anlatım mutlaka olmalı, diyorum kısaca.
Bu arada kitabın türüne gizem/gerilim yazmışsın. Gerildiğim bir yer yoktu. Genel kurgu daha uygun olurdu.
Ha, ben hala sıradan şeyler yazmak istiyorum. Anlatımımıma güveniyorum diyorsan yine bir Gogol örneği vereceğim. Ölü Canlar'ın sonunu getirememiş, ikinci bölümünün büyük bir kısmını yakmış ve bu tatminsizlik duygusuyla da intihar etmiştir. Eleştirmenlerin bu yeni tür karşısında şaşkınlığı kitabı yerden yere vurmalarına engel olamamıştır ayrıca. Ama ben onların aksine, Gogol'ü severim...
İsim, kapak, tanıtım. Tanıtım kısmına değinmiştim. İsim ve kapak hikayenin dramatikliğine uyuyor. Yani güzel.
Bu arada bölümlerin fazla uzun. Telefondan okumak zaten yeterince göz yorarken kalın font da kullanmamalısın. Gerçekten okumayı büyük oranda zorlaştırıyor.
Yine çenem düştü. Aha da burada bitiriyorum. Umarım ciddiye alırsın.
-denis
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kitap eleştirileri with denis
No FicciónALIMLAR DURDU. İSTEKTE BULUNMAYIN. Gururunuzu okşamayacağım. Eleştireceğim.