4. Bölüm

1.1K 127 77
                                    

Jungkook ve ben yeni uyanmıştık. Hızlıca yıkanmış ve kardeşimden önce hazırlanmıştım. Saçlarımı düzgünce taradıktan sonra bir toka takmıştım. Bu değişik şeyler bana yakışmıştı. "Hyung beni bekler misin? Beraber Jimin'in yanına gidelim!" Onu onaylayarak aynadan kendimi 1000. kez incelemiştim.

"Jungkook biraz acele et." Biz gitmezsek Jimin yanımıza gelebilirdi belki. Aslında belki falan değildi kesin gelirdi. "Tamam hyung!" Dedi kardeşim. Umarım kısa sürede hazır olabilirdi. Hava çok güzeldi. Keşke saraydan çıkıp biraz gezebilseydim ama izin vereceklerini pek sanmıyordum. Kocaman bir sarayda bitmek bilmeyen işler varken beni dışarı çıkartmazlardı.

Jungkook çok vakit geçmeden hazır olmuş ve ikimizde mutfakta olduğunu tahmin ettiğimiz Jimin'in yanına gitmiştik. Herkes oradan oraya koştururken Jimin bize gülümsemişti. "Tam zamanında geldiniz." Telefonum olsaydı alarm kurar ve ona göre kalkardım ama yoktu. O yüzden erken yatıp erken kalkmalıydım. Sanırım telefonumu düşürmüş olmalıydım. Canım telefonum! "Neden herkes bir telaş içinde?" Dedim. "Kimse telaş içinde değil. Herkes sadece işini çabucak bitirmeye çalışıyor." Bu çok tuhaftı. Sanki büyük bir şey için hazırlanıyorlar gibiydi.

"Bahçe işlerinden anlayan var mı?" Diye tekrar sorduğunda Jungkook parmağıyla beni gösterdi. "Hyungum önceden bir çiçek yetiştiriyordu." Jungkook mezarını kazmak istiyordu anlaşılan. "Hoseok senden bahçede ki bitkileri sulamanı istiyorum. Günlerdir yağmur yağmıyor ve bitkiler susuz kaldı. Bunu yaparsın değil mi?" Nazik bir şekilde konuşup beni etkisi altına alıyordu ama! Reddedersem üzülür diye bir şey de diyemiyordum!

"Bahçıvan yok mu? O neden yapmıyor?" Gidecektim ama önce sorumun cevaplanması gerekiyordu. "O birkaç gün önce öldü. Biz de onun yerine birini bulamadık. Bulduğumuz an bitkileri sulamana gerek kalmayacak." Başımı sallamış ve bana uzattığı sulama kabını almıştım. "Tamam hemen sulayıp geleceğim." Jungkook'u Jimin ile bırakarak saraydan çıkmıştım.

Ağır su kabıyla dün gezdiğim yer de gördüğüm cansız bitkilerin yanına gitmeye karar verdim. Orada beyaz sandalye ve masa falan vardı. Dün boştu ancak şimdi biri oturuyordu. O kişi Kral Min miydi? Kesin oydu. Ben ondan kaçmak istedikçe o dibimde beliriyordu. Yapacak bir şey yoktu. Jimin'in verdiği görevi hızlıca halledecek ve saraya geri dönecektim.

Kral Min çay içerken ben de yakınında olan çiçekleri sulamaya başlamıştım. Günlerdir bakılmadığı ne kadar da belliydi. Eğer bugün de sulanmasaydı kesin ölürlerdi. Pembe çiçeğe parmaklarımı değdirerek güzel kokusunu içime çektim. "Sen kadar da güzelsin böyle." Dedim. Bitkilerle konuşurdum çünkü onların bizi anladığını düşünürdüm. Bazı arkadaşlarım ise bunu saçma bulurdu ama hiçbir zaman umurumda olmazdı.

"Hava çok sıcak değil mi?" Sıradaki çiçeği sularken konuşmuş ve etrafa bakmıştım. Kral Min çayını içiyordu sadece. Ara sıra bana bakıyordu. "Hepiniz ayrı ayrı güzelsiniz." Diyerek sulamaya devam ettim. Güzellerdi ve mis gibi kokan kokuları da vardı fakat bakımları birkaç gündür yapılmadığı için çökmüşlerdi.

"Sen ne yapıyorsun öyle?" Kral Min'in yakınımdan gelen sesi ile irkilmiş ve aynı zaman da yutkunarak ayağa kalkmıştım. "Bitkileri suluyorum kralım." Dedim eğilerek. Dudaklarını ıslatırken kollarını göğsünde birleştirdi. "Bunu görüyorum ama sen konuşup duruyorsun kendi kendine. Bir hastalığın falan mı var?" Kesin beni deli zannetmişti! Zaten başka ne sanabilirdi ki?

"Ben sadece onlarla konuşuyordum." Sonralara doğru kelimeler ağzımın içinde yuvarlanmış ve anlaşılmamıştı. Benden heybetli duran kral başını sağa eğmiş ve dudakları kıvrılmıştı. Gülümsemeye çalışırken ne de güzel görünüyordu öyle. Hoseok! Sakın gözlerine bakma! Eğer oraya bakarsan kaybolursun çünkü!

Travel |Sope✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin