ZAMAN KIRILMASI

126 17 3
                                    

-İyi olacak mı?

Tobias’ın durgun sesi zihnimde yankılandı.

-Evet, yara derindi ama tamamen iyileştirdim. Bir süre sızlasa da hayati bir şey yok.

Maria açıklarken kapı sesi duydum ve içeri birileri girdi.

-Kalk hadi uykucu.

Bu ses neden içimi yakıp kavurdu. Kimin sesiydi bu? Tobias devam etti.

-Neden uyanmıyor?

-Onun yerinde olup binlerce yıl uyumak isterdim.

-Kalk ve hazırlan kızım.

Kızım mı? Uyanmak istemiyordum. Gözlerim batıyordu ve omzum… Neden sızlamıyordu? Tobias tekrar konuşurken yerimde kıpırdanıp gerindim.

-Haklısın. Bu kadar acı ve gözyaşına uyanmak istemiyor olabilir. Baksana sence uyanınca sarılabilir miyim? Canı yanar mı?

Maria seslenmedi, sanırım kafasını salladı. Umarım kafasını sallamıştır. Ama gerindiğimi görmüyorlar mıydı?

-Kalk ve giyin Artemis taç giyme töreni yapılacak.

Ses içimi tekrar yakarken kafamın karışmasını engelleyemedim. Ne tacı giyecektim ki? Tekrar tören mi gerekiyordu? Bunun dışında ses Anna’nın sesine ne kadar çok benziyordu. O da ölmemiş olabilir mi? Ama bu olamaz ki, gözlerimin önünde öldü. Mümkün değil. Gözlerimi açıp yerimden fırladım. Etrafımda kimse yoktu. Her şey yerli yerindeydi. Ne çabuk toplamışlardı burayı.

-Neredesiniz?

Etrafa bakıp dostlarım ve sevdiğim adamı görmeyi bekledim ama yoklardı.

-Tobias? Maria?

O sırada banyonun kapısından başını uzatanı görünce bağırıp geriye sıçradım. Bu yataktan düşmeme sebep olurken muhafızlar içeriye daldı. İstemsizce yatağın yanına geçip gördüğüm daha doğrusu gördüğümü sandığım kişiden saklandım. Muhafızlar gözleriyle odayı tararken konuştu.

-Sorun yok, kâbus görmüş olmalı. Artemis kalk kızım.

Ellerimi saçlarıma daldırdım. Kâbus mu görüyordum? Uyanamamış olabilir miydim? Omzuma baktım. Yara izi yoktu. Kafamı yatağın kenarından usulca yukarıya kaldırdım. Hala oradaydı!

-Sen… Sen yaşıyor musun?

Anna canlı kanlı karşımdaydı. Bu da Apollon’un bir oyunu muydu? Yerimde kalkıp ona doğru yürüdüm. Elimi uzatıp yüzüne dokundum. Sıcacıktı ve gülümsediğinden elmacık kemiğini hissedebiliyordum. Kaybolmasından korkarak sıkıca sarıldım.

-Majesteleri iyi misiniz?

Soruyla kendime gelip bir adım geriye çekildim. Daha yeni ihanete uğramıştım ama Anna’nın bana ihanet edeceğini sanmıyordum. İhanet etse bile umurumda değildi. Bir elimi belime koyup konuştum.

-Nasıl? Nasıl oldu bu? Ben seni gördüm, yasını tuttum. Beynin paramparça oldu. Benim yüzümdendi. Sen ve…

Bana garip garip bakan muhafızlar gözüme çarptı. Ardından terasımda oturan Bella gözüme takıldı.

-Neler oluyor böyle? Sen söyle Bella, yere yığılışını görmedin mi?

-Rüya görmüş olabilir misiniz majesteleri?

Tekrar ellerimi saçlarıma daldırdım. Yere çöküp küçücük olmak, yok olmak istedim. Kafa karışıklığı öldürecekti beni. Nasıl bir oyunun içindeydim ben?

-Peki o zaman, Tobias nerede? Maria? Cenazedeler mi? Bende gitmeliyim sanırım.

Anna kaşlarını çatıp bana bir adım attı.

-Kim?

Bana boş bakan gözleri göğüs kafesimi sıkıştırdı. Dayanamayıp aklımdan geçeni yaptım. Olduğum yere çöküp dizlerimi kendime çektim. Neler oluyordu. Bu bir tuzak mıydı? Apollon’un eline mi düşmüştüm? Sorular, sorular. Cevaplar nerede? Ve bu dejavu hissi... Kafamı kaldırıp tekrar Bella’nın az evvel oturduğu terasa baktım. Neden tanıdık geliyor bugün. Sanki şey günü… Tahta çıktığım gün? Bana endişeyle bakan Anna’ya baktım. Taç giyme töreni mi demişti o?

-Bu… Bugün şey mi? Taht… Taç… Tören günü mü?

Yutkunarak tamamladığım soruya kafasını sallayarak cevap verdi. Ne yani hepsi bir rüya mıydı? Elimi omzumda gezdirdim. Yara yok muydu? Savaş? Elimi dudaklarıma götürdüm. Tobias? Maria ve diğerleri.

-Hayır, hayır, hayır.

Yerimde kalkıp odada volta atmaya başladım. Anna muhafızları odadan çıkarırken düşünmeye çalıştım.
Onca yaşanmış şey rüya olamazdı. O acılar, sevgiler, tutkular, dostluklar ve ihanetler. Bu imkânsız. O zaman neydi? Her şeyin başladığı gündeyim. Bunun bir anlamı olmalı. Tek elimle anlımı ovuştururken bağırdım.

-Muhafızlar!

İçeri giren iki askerle konuşurken sabahlığımı üzerime geçirdim.

-Yanınıza bir… Hayır iki düzine asker alın ve beni takip edin.

Kapıdan çıktım. Arkamdan bağıran Anna’yı duymazdan geldim. Askerlerden biri diğerlerini getirirken hızlıca merdivenlerden indim. Zindanlara inen merdivenin başında durdum. Bu mümkün olabilir miydi? Bunu yapabileceğimizi biliyordum ve bir sürü eğitim almıştık ama hiçbir zaman işe yaramamıştı. Acaba bu da tahtla mı ilgiliydi? Geleceği görmüş olabilir miydim? Eğer öyleyse ne yapmalıyım? Apollon’u öldürmeli miydim?  O sırada bana son söyledikleri zihnimde yankı etti. “Taht seni büyülemeden önce…” Taht beni büyülemeden önceki ben ne yapardım? Fısıldadım.

-Belki de hepsi rüyaydı.

-Buyurun majeste…

Elimi kaldırıp susmasını sağladım. Ama Tobias, Maria ve Andrea? Hepsini bilinç altım oluşturamaz. Andrea’nın acısı içime tekrar düşerken kafamı sallayıp iki askeri işaret ettim.

-Siz yanınıza birer düzine daha asker alıp zindanın diğer çıkışlarını tutun.
Bir diğerini işaret edip devam ettim.

-Sen de sarayın etrafındaki muhafızları iki katına çıkar.

Onlar giderken diğerlerine döndüm.

-Ben komut vermeden kimseye zarar vermeyin.

Saatime baktım. Taç giyme saatim yaklaşmıştı. Kaçmayı bu sıralar başarmış olmalı. Merdivenleri inip kapıya yaklaştım. Bir süre dinledim. Gayet sessizdi. Hepsini uydurmuş olmalıydım. Yaşadığımı sandığım onca şeyin burukluğuyla doğruldum. Kendi içimde yaşadığım hayal kırıklığına güldüm. Kimsenin ölmemesine ve ihanet etmemesine nasıl üzülebiliyordum. Sonra elimi kaldırıp dudaklarıma götürdüm. İşte bunun için üzülüyordum. Yaşadığım o güzel duyguları yaşayamayacak olduğum için. O sırada bir asker koşarak yanıma geldi.

-Majesteleri.

-Söyle.

-Surların dışında bir tünel kapağı buldular. Girişe asker yerleştirdik. Girelim mi?

-Hayır bekleyin ve oradaki asker sayısını arttır.

Çıktığım iki basamağı inip tekrar kapıya döndüm. İçerden gelen debelenmeleri duyduğumda iterek kapıyı açtım. Apollon zindanında değildi ve arkasında duran on-on iki siyah cübbeli adamla kaçıyordu.

-Apollon!

Durup arkasını döndü. Kaçıp kaçmamaya karar vermeye çalışıyordu. Hiçbir şey rüya değildi ve tüm olacakları görmüştüm. Şimdi ya zamanı kıracaktım ya da ikimiz de kaybedecektik.

-Dur Apollon!

-Henüz tacı giymedin. Seni dinlemek zorunda değilim Artemis.

-Biliyorum dinlemek zorunda değilsin. Ama ne olursun dinle.

Bella koşarak içeri girdi tam ağzını açacaktı ki durdurdum onu.

-Buradan gitmene izin veremem kardeşim. Her ne planlıyorsan vazgeç.

-Ne?

Öne doğru bir adım attım.

-Her şeyi gördüm Apollon. Geleceğimizi gördüm ve aramızda kazanan olmuyor.

-Dalga geçiyorsun benimle. Yapma!

-Geçmiyorum.

Derin bir nefes alıp devam ettim.

-Şu an karşında ‘Tahttan gözü boyanmış’ kardeşin değil de tahttan önceki kardeşin var Apollon.

-Sen… Ne… Nereden biliyorsun?

-Evet sarayı ele geçiriyorsun ama bu yanındakilerle beraber tüm şehri yakıp kül ediyorsunuz. Gezip dolaştığın o güzel sokaklar, ormanlar, şehirler, hepsi yok oluyor.

Söylediklerimi sindirmesini bekledim.

-Savaşıyoruz kardeşim ve kaybediyorsun. Yanındakilere rağmen…

Apollon çevresine baktı ve eliyle gidelim işareti yaptı.

-DUR!

-Ne, ne!

-Yapma. Bu acıları tekrar yaşamak gibi bir niyetim yok kardeşim. Tünele güvenme. Girişler ve çıkışları kapattım. Tarih tekerrür etmeyecek.

-Uslu uslu beni idam etmeni izlemeyeceğim sevgili abla.

-Uslu durmanı istemiyorum. Sana bir teklifim var. Baştan yapılması gereken bir anlaşma yapalım istiyorum.

-Yapamam.

-Neden?

Etrafındakilere baktı tekrar.

-Bir anlaşma yaptım ve ona sadık kalacağım.

-Beni dinlemek zorundasın. Aynı hataları yapmayacağım.

-Anlat.

-Beraber yönetelim Mensis’i.

-Ne saçmalıyorsun sen?

-Gücü paylaşmanın azaltacağını düşünüyordum fakat gördüklerim fikrimi değiştirdi. Paylaşmak Mensis’i daha güçlü yapacak.

Silahlarını indirirken o da öne doğru bir adım attı.

-Sen askeri alanı al. Ordularımı… Hayır, ordularımızı sen yönet. Bende diplomasi kısmını halledeyim. Neyde başarılıysak onu yapalım.

-Ya da?

-Gitmene izin vermem kardeşim. Ölü ya da diri. Ne olur bana bir acı daha yaşatma.

-Peki senin bu yancıların ne diyecek. Ben şu an bir katilim… Kendi… Kendi babamın katili!

-Demelerini engelleyeceğim. Ben tacı aldıktan sonra beni dinlemek zorunda kalacaklar. Bunu kendi aramızda halletmeliyiz. Kimsenin kuklası olmak zorunda değilsin.

-Ne yani tacı sen alacaksın ve bende senin köpeğin mi olacağım.

-Hayır. Sen ve ben eşit olacağız. Bölünmeyelim kardeşim. Bunu bana yaptırma.

Ayaklarına baktı bir süre ve kafasını kaldırmadan döndü. Arkasındakilere bakıp öne bir adım daha attı. Gözlerinden küçüklükten kalma bir parıltı geçti. Bana bir adım daha atarken koşup sarıldım.

-Teşekkür ederim Apollon. Yanımda olduğun için teşekkür ederim kardeşim.

-Ordular benim olacak ama.

Gülümseyip geriye çekildim. Ellerimi omzuna koyup sıktım.

-Tüm ülke bizim kardeşim.

Arkasında duran askerlerinden ikisi silahını kaldırıp nişan aldı. Arka planda Bella’nın sesini duydum. İki silah da ateş etmeden önce alev onları sardı. Sağıma dönüp kardeşimin avuçlarında can bulan ateş toplarına baktım. İşte olması gereken buydu. Askerlere işaret ettim ve onların üzerine yürüdüler. Karşımda duran on adam birden yanmış yapraklar misali havada süzüldü ve yok oldu. Şaşkınlıkla ağzım açılırken Apollon’a döndüm.

-Anlatacağım.

-Evet konuşmamız gerekiyor.

Ben önde Apollon arkamda zindandan çıkıp odama geçtik. Anna savunmaya geçip bir silah çıkartırken elimi kaldırdım.

-Yapma.

-Neler oluyor? Bir rüya gördün ve…

-Anna!

-Evet majesteleri.

-Bella ve sen gelip bizimle oturun.

İtaat edip masanın etrafına oturdular Apollon ile karşılıklı oturduk. Nereden başlayacağımı bilmiyordum. Neler olduğunu bilmeden bu tercihin daha iyi olduğunu anlamayacaklardı. Onlara baştan sona gördüklerimi anlattım. Saldırıyı, Orion’un bizi ele verişini, Anna’nın ölümünü, dünyaya düşüşümü, dostlarımı, kendimi tekrar buluşumu, asayı ve büyük savaşı anlattım. Asa’nın yerini ve ufak tefek detayları atladım. Ne kadar güvensem de her şey birden yerine oturmayacaktı.

-Her şey gerçek gibiydi. Gerçekten unuttum ve hatırladım. Gerçekten sevdim ve acı çektim. Gerçekten yedim ve sarıldım. Her şey gerçekti.

Yutkunup baş parmağımı ovuşturdum.

-Daha çok zamanda geri gelmişim gibi.

Apollon uzanıp elimi tuttu.

-Ve bu yaptığım da zamanı kıracak. Gelecekteki her şey değişecek.

Anne konuştu.

-Bu hiçbir şeyi değiştirmeyecek. O babanı öldürdü. Sıra sana da gelecek ve sen onun elini mi tutacaksın.

-Yapmayacak.

-Nereden bilebilirsin ki? Bunu da mı gördün?

Anna gerginlikle bir yudum kahve içti.

-Sen söyle sevgili Anna.

Diğer elimle onun elini tuttum.

-Bizi sen büyüttün. İkimizde böyle değildik. Zeus bizi başkalaştırdı. Düşman olduk kanımıza. Düzeltmemeli mi? Bana bakma Anna.

Apollon’u işaret ettim.

-Ona bak ve söyle bana, saçını çekseler eteğine saklanan bu çocuğu öldürüp karanlığa mı bırakmalıyız yoksa şans mı vermeliyiz.

Anna’nın yumuşadığını görebiliyordum. Bella bilmişlikle araya girdi.

-Parlamento bunu kabul etmeyecek. O bir kralı öldürdü.

-Karar bana ait değil mi?

-Yine de kimse memnun olmayacak. İki kişi öldü ve bir sürü insan yaralandı. Şehir içinde huzursuzluklar olacak. Belki de ayaklanmalar.

Elimi saçlarıma daldırdım. Savaş olmadığı halde ne çok yapılacak iş var. Alex’in durumunu çözmeli ve Orion ile bağımı koparmalıyım. Ayrıca dostlarımı tekrar bulmalıyım. Beni tanımayan dostlarımı… Yerimden kalktım. Bella ve Anna ayağa kalkıp eğildiler.

-Ben Yüce Zeus’un kızı ve bu gezegenin yegâne kraliçesiyim. Benim kararımı, affımı ve gazabımı tartışmak kimin haddine.

İlerleyip korkuluğa yaslandım. Derin bir nefes aldım.

-Sevgili Anna, gidip bana hazırladığın muhteşem kıyafeti getir.

Kafamı çevirip Bella’ya baktım.

-Güzel Bellatrix, törenin başlaması için bir engel var mı kontrol etmelisin.

İkisi de önümde hafifçe eğilip çıktılar. Apollon’a döndüm.

-Kimse beni sevmeyecek. Düzelebileceğimi söylüyorsun ama belki de gitmeliydim. Hatta en doğrusu yargılanmam.

Tekrar yerime oturdum.

-Kısmen haklısın. Kimsenin seni kucaklayıp kabul etmesini beklemiyordum. Belki de seni direk en başa koymak tüm okları bize çevirecek.

-Bir süre ceza almalıyım.

-Ölen kişinin ailesine ödeme yapmalıyız ve yaralılara da ekstra imkân sağlamalıyız. Teknik olarak tanrı kanının dökülmesi yasak. Seni idam etmememe karşı çıkamazlar.

-Yani aslında her şey kuralına uygun olacak.

-Sevgili babamız(!) Yüce Zeus hiçbir zaman birini öldürdüğü için yargılanmadı. Sen sadece benim gazabıma uğradın.

Acı acı gülümseyen kardeşime baktım.

-Merak etme, artık taht büyüsünün etkisinden çıktım. Ama yanındakilerden bahsetmedin?

-Evet, onlar Agoya gezegeninden gölge muhafızları. Seni ve babamı devirip tahta çıkmama yardım edeceklerini söylediler. Onlara katılmak istemedim fakat yaşamanın başka yolu yok gibi gözüküyordu.

-Artık başka yolları var.

-Biliyorum. Yine de cezalandırılmalıyım.

-Ne önerirsin?

***

Tahta doğru yürüdüm. Hiç kimseyi görmüyordum. Sadece taht, ben ve vekil vardı. Her ne kadar bunu ikinci kez yaşıyor olsam da kalp atışlarımı yavaşlatamıyordum. Alkışları, fısıldamaları hiçbir şeyi duymuyordum. Görmüyordum. Usulca merdivenden çıktım ve halka döndüm. Vekil konuşmaya başladı. Sıra yemine geldiğinde kulaklarım tekrar duyar olmuştu.

-Mensis'in refahı ve güvenliği için elinizden her ne geliyorsa yapacağınıza, bunları yaparken menfaatlerinizi gözden çıkaracağınıza, kendinizden önce halkınızı ve halkınızın geleceğini son nefesinize kadar koruyacağınıza söz verir misiniz?

Kocaman odadan çıt çıkmıyordu. Gerçekten buradaki herkesi koruyabilir miydim? Her birinin gözlerine bakmaya çalıştım. Sonra büyük oymalı kapının ardındaki kardeşimi düşündüm. Her şey olması gerektiği gibi olacaktı ve buradaki her insanın huzurlu olması için çabalayacaktım.

-Söz veriyorum.

Bellatrix'in elindeki minderin üstünde duran görkemli tacı aldı. Dizlerimi hafifçe kırıp takabilmesi için eğildim ve tacı taktı. Omuzlarımı geriye atıp halkıma baktım. Akşamki balodan önce mahkeme kurulacaktı. Taht odasından mahkeme odasına geçtim ve yerime oturdum. Diğer üyeler yerlerine oturduktan sonra kapıdaki askere işaret verdim. Apollon iki asker yardımıyla içeri girdi ve ortadaki sandalyeye oturdu. O sırada arkamda duran Bella eğilip kulağıma fısıldadı.

-Emin misiniz majesteleri?

Usulca kafamı salladım. Emin değildim. Nasıl olabilirdim ki? Ama bu şansı tanımak zorundaydım. Boğazımı temizleyip komut verdim.

-Mahkûmun suçu?

Sağ tarafımdaki üçüncü kişi konuştu. Bella eğilip adamın adını fısıldadı.

-Bay Levn.

-Mahkûm gezegenimizin kralını ve halktan bir bireyin ölmesinden, on dört kişinin ise yaralanmasından yargılanıyor.

-Cezası?

-İdam.

-Bay Levn, bana birinci maddeyi okur musunuz?

-Biri… Birinci… Birinci madde mi?

Kekeleyen adama gözlerimi diktim.

-Okuyun.

-Hiçbir koşulda tanrı kanı dökülemez. Bu maddeyi ihlal eden hiçbir kanun kabul edilmez ve öne sürülemez.

-O halde bana cezasını söyleyin.

Kravatıyla oynayan adamdan gözlerimi alıp diğer fısıldaşan üyelere baktım.

-Biliyorum ki bu durum tarihimizde hiç yaşanmadı ve belli bir cezası yok. Şu durumda kararı benim vermemden başka çözüm yolu da gözükmüyor.

Bay Colin söz alıp konuştu.

-Fikrinizi değiştiren nedir? Daha düne kadar siz de idam istiyordunuz majesteleri.

Her ne kadar hiddetlenmek istesem de bana sadık olan adama bunu yapmamalıydım. Keşke başka biri sorsaydı.

-Tanrılar sizlerden daha fazla şeyi biliyor Bay Colin. Eğer ki kararımı değiştirmemiş olsaydım neler olabileceğini gördüm. Kimlerin dost ve düşman olduğunu biliyorum ve bu fikir değişikliği büyük bir felaketin tek önlemi.

Bir başkası el kaldırdı. Bella eğilip adını söylerken söz hakkı verdim.

-Bay Gıew.

-O zaman kararınız nedir majesteleri?

-Kararım şudur…

Apollon ayağa kalkarken konuşmaya devam ettim.

-Yüce Zeus’un oğlu, güneşin, şifanın ve avın tanrısı Apollon. Her bir can için birer yıl ve her bir yaralı için birer ay halka hizmet cezasına çarptırıldın.

Ayağa kalktığımda diğerleri de ayağa kalktı.

-İtirazı olan var mı?

Sessiz insan topluluğuna baktım.

-O halde oturumu kapatıyorum. Sevgili dostlarım, akşam baloya gelin ve kutlamanın tadını çıkartın.

Onlar eğilirken çıktım ve yeni odama doğru yürüdüm. Merdivenlere ulaşamadan Tanya, Leo ve Alex önümü kesti. Tanya konuşurken Alex’in yüzünü inceledim. Her zaman ona güvenebileceğimi düşünmüştüm.

-Orada neler oluyor? Neden idam edilmesine engel oldun?

Huzursuzluğun ve kırgınlığın rahatsızlığıyla Tanya’ya döndüm.

-Odamda konuşalım mı?

Tanya anlamayarak etrafına baktı.

-Kimse yok burada, dökül hadi.

Hala ona güvenmek isteyen duygusal tarafımı bastırmaya çalıştım. İhaneti nasıl affedebilirdim. Apollon bana saldırmıştı fakat her şey apaçık şekilde olmuştu. Kumsal geldi aklıma. Onun yere yıkılışı ve gözlerinin boş bakışı. İçimi yakan acı ağlamama sebep olmasın diye gözlerimi kocaman açtım. Alex öne bir adım atıp ellerini omuzlarıma koydu. Ağlayacağımı fark etmişti.

-Sorun ne? Burada yapma odana gidelim.

Beni bu kadar tanırken, nasıl yapabildi bunu? Yutkunup konuşmaya çalıştım.

-Sahibinin yanına dön.

Omzumdaki elleri donarken duraksadı.

-Ne?

-Yapma bunu, dostluğumuzu daha fazla yaralama ve git.

Elleri yana düşerken arkasına dönüp hızlı adımlarla uzaklaştı. Tanya ve Leo şaşkınca bana bakıyorlardı. Merdivenlere yönelip tırmanmaya başladım. Leo ve Tanya peşimden geldi. Odama ulaşıp kendimi koltuklardan birine attım. Anna taşınma işleriyle ilgileniyordu. Bella yanıma otururken Leo ve Tanya karşıma oturdu. Tüm bu duygu zelzeleleri beni yormuştu. Gördüğüm geleceği anlatırken kalan kırıntılarımı kullanıyordum. Anna beni balo için çağırana kadar hikaye tamamlanmıştı. Her koşulda bana destek olan arkadaşlarıma ufak bir tebessüm sunup ayağa kalktım.

-Baloda olacaksınız değil mi?

Tanya diğerleri adına konuştu.

-Elbette majesteleri. Herşey yoluna girecek. Kutlamanın tadını çıkartalım.

Yanımda olan ve olmayan dostlarımın buruk sevinciyle hazırlanmaya gittim.

ARTEMİSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin