Vicdanını çöpe atmışlara...
Bölüm 4
Günümüz
Özgür gittikten sonra Doğa'nın mezarını ziyaret etme ve içimde tutamadıklarımı haykırma sırası bendeydi. Mezarın başında, daha şimdiden ağlıyordum. Doğa aramızdan ayrılalı altı ay olmuştu. İçimizdeki acı yavaş yavaş azalırken, yerini yavaş yavaş artan bir özleme bırakıyordu. ''Doğa, ben geldim canım.'' dediğim anda bile ağlamam şiddetlendi. Doğa'nın mezarı rengarenk çiçeklerle doluydu çünkü Doğa rengarenk bir insandı. Hayat doluydu, sevgi doluydu, iyilik doluydu. Ama saf kötülüğün, saf acımasızlığın onu vahşice öldüreceğini bilmiyordu.
Bir saat kadar mezarın başında bağırarak ağladım. İçimden geçen bütün sevgi sözcüklerini haykırdım. Bir saatin sonunda eve gitmek için ayaklandım. Eve giderken içimde nedensiz bir huzursuzluk vardı, Doğa ile ilgili olan acımdan daha farklı bir şey vardı. Sanki bir korku vardı içimde.
Eve gittiğimde zile bastım, annem de babam da bugün evdeydi çünkü. Ama iki - üç kere basmama rağmen kapıyı açan olmadı. Çantamdan anahtarımı çıkardım ve tam kapıyı açarken o nedensiz korkunun beni tekrardan ele geçirdiğini hissettim. Kapıyı açtım ve içeri girdim. ''Anne.'' diye seslendim ama cevap gelmedi. ''Baba.'' diye seslendim ama yine cevap yoktu. Korku tüm hücrelerimi ele geçirirken cebimden telefonumu çıkardım ve annemin numarasını tuşladım. Saçmalıyordum, evde yoklardır sadece. Alt tarafı dışarı çıkmışlardır. Yoksa başlarına ne gelecekti ki? Annem telefonunu açmayınca babamı aradım ama o da telefonunu açmadı. Acaba acil bir işleri çıkmışlardı da şirkete mi gitmişlerdi? Ama öyle bile olsa bana haber verirlerdi. Evin odalarını dolaşmaya başlarken arkamda bir gölge hissettim. Arkama döndüğümde kimse yoktu. Saçmalıyor olmalıydım, sadece bir göz yanılmasıydı. Başka ne olacaktı ki? Ama önüme döndüğüm sırada tekrar bir gölge gördüm. Arkamdan biri beni takip ediyordu! Evimizde biri vardı! Panikle koşturmaya başladım ve kendimi odama kilitledim. Kapımı kırmaya çalışıyordu! Ne yapacaktım ben?! Ya annemlere bir şey yaptıysa?! Ya bana bir şey yaparsa?! Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Çok korkuyordum. Düşünemiyordum. Birkaç saniye sonra nihayet aklıma polisi aramak gelmişti. Tam telefonu cebimden çıkaracaktım ki telefon yoktu. Koşarken düşürmüş olmalıydım. Ne yapacaktım şimdi?
En sonunda beklediğim korkunç son geldi ve kapımı kırmayı başardı. Beni daha çok şoka uğratan şey ise karşımdaki kişi hırsız falan değildi. Karşımda o ismi görünce şoktan düşüp bayılmamak için kendimi zor tuttum. Tam koşup kaçacaktım ki beni yakaladı. Ellerimi halat bir iple bağladı. Bir eliyle ağzımı kapatırken diğer eliyle ise beni sürüklüyordu. En son hatırladığım şey ise kafama sert bir darbe yediğim ve bayıldığımdı.
Uyandığımda etrafıma bakındım ve uzun süren saniyeler sonunda bir depoda olduğumu anladım. Neden yapmıştı bunu? Ne istiyordu benden? Bıkmamış mıydı bizimle uğraşmaktan? Bu zamana kadar bizimle çok uğraşmıştı ama bu kadar ileri nasıl gidebilmişti? En ufak şekilde bile rahatsız etmeye hakkı yokken nasıl böyle bir şeye kalkışmıştı?
''Üzgünüm ama bunu yapmak zorundaydım.'' dediğinde kendini haklı çıkarmış olmasına inanamadım. ''Neden?'' diye sordum ve alay edercesine bir gülümseme takınıp devam ettim. ''O Burak pisliğine mi benzemek istiyorsun?'' Cevap olarak 'hayır' anlamında kafasını salladı. Sonra ise aklıma gelen soru ile ürperdim. ''Annemlere ne yaptın? Onlar iyi mi?!'' diye bağırdım. ''Ben bir katil değilim Akay, iyiler. Merak etme. Ne sana bir zarar vereceğim, ne de onlara.'' Bu söylediğine sahte bir kahkaha atarak güldüm. ''İnsanları kaçırıp bir yerde hapseden biri o insanlara zarar vermeyeceğini söylüyor. İnan çok rahatladım.'' diye alay ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Acının Rengi
Teen FictionAkay geçmişte acılar yaşamış ve bunlarla yüzleşmeye karar vermiş bir kızdır. Bu hikayede kimsenin -kendisi dahil - masum olmadığına inanır. Meriç ise gittiği klinikte hayatına giren ve birlikte acıları tattığı kişidir. Akay hayatın felsefesini sorgu...