başlasın

4.6K 326 235
                                    

bu bölümü
biraz geç yayınladım
o nedenle demeden
geçmeyeceğim

sevgililer gününüz kutlu olsun

💜

-𝗯𝗹𝘂-

Kan beynime sıçramıştı, sinirliydim. Titrek adımlarım şirketin tuvaletinden çıkarken yüzümü aşağı eğmiş, gözyaşlarımı içime gömüyordum. Nedenini henüz bilmediğim ama sezdiğim tuhaf şeyler oluyordu. Bana ters gelen tepkilerin yanı sıra davranışlar da bi o kadar aceleciydi. Sağ tarafıma baktığımda, benimle hiç ilgilenmeyen hatta alakaları olmayan Jimin ve Hoseok vardı. Sol tarafımı döndüğümde ise apar topar çıkışa yönelen Jin ve Yoongi. Namjoon desek ortalıklarda bile yoktu, tıpkı Jungkook gibi.

Son atılan mesajla birlikte masamdan bir hışımla aldığım ceketimi giyip ellerimi cebine atmıştım. İçinde bir şey bulmayı beklerken, daha önceden koyduğum şeker jelatinleri dışında bir şey yoktu.
Telefonumu arka cebime, cüzdanımı da ceketimin iç cebine koyarken huylandıran postit parçasına denk geldim. Demek ki dedikleri kağıt buydu. Etrafıma kısaca göz gezdirip çaktırmadan okumaya başladım.

''Şirketten çıkınca, görünen iki tabela?'' Afalladığım fakat kendisini çok iyi tanıdığım Jungkooktan ancak bu beklenirdi. Eğer amacı gerçekten oyun oynamaksa, bu hiç hoş değil aksine tepemin tasını arttırıcı bir hareketti.

Son kez kağıdı okumamla şirket kapısına yönelip adımlarımı caddenin tam ortasındaki tabelaya yönlendirdim. 2 Tabela vardı, şimdi ne yapacağımı kestiremedim. Tabelanın birinde dur diğerinde ise iki yönlü trafik işareti vardı. Burda duramayacağıma göre iki yönlü olan tabelaya doğru yöneldim ve düşündüğüm gibi oyun oynamaya başlamıştık. Bir diğer postiti ararken, gerginliğimin ve endişemin hafifçe dindiğini ancak korkunun bedenimi hala terketmediğini anlayabiliyordum.

Rastgele elime gelen ancak özenle sabitlenmiş kağıtta "Kutunun içindeki fotoğraflar, çocukluktan kalmalar" Yazıyordu. Bantı tabeladan çıkardığım zaman arkasında gölgelenen bir diğer yazıya daha görür oldum. "Nerede çekildi o fotoğraflar?"

Jeon Jungkook.

Bunlar için uğraşıp benimle eğlenen bir o kadarda tedirgin edip beni korkutan kişi. Aklında her zaman bilemediğimiz ya da onun yansıtmadığı bir tarafına daha şahit oluyordum. Ben ki en kötüsünü düşünürken o her zaman en iyisini düşünüp bunları hiçe sayan biriydi. Şimdi tüm bu tedirginlikler her bir kağıt parçasının ardında kalacak şekilde uçuyor, o bunu başarıyordu.

Bir yandan düşüncelerimle boğuşurken yazdığı bilmecenin cevabına gidiyordum, yetimhaneye. Artık eski işlevini yitirmiş, dört bir yanı sarmaşıklarla dolu olan bakımsız bir binaya dönüşmüştü. Kafamı kaldırıp çatlak duvarlarına bakarken bana terkedilmiş kiliseleri andırıyordu. İşte tek bir cümlenin getirdiği yer ve benim hissettiklerim görünenden fazlasıydı.

Demir sürgülü kapısını hafifçe açtığım kısımdan içeri girip piknik masalarına yöneldim. Daha doğrusu benim, bizim genelde oturduğumuz masaya.

Yetimhanenin giriş kapısının önünde dizili piknik masalarına giderdim hep, dışarıyı gözetlerdim.

Masanın üstünde, uzaktan da olsa belirgin olan fotoğraf polaroidleri ve boyanmış çakıl taşlarını görüyordum. Çakıl taşları..Yaklaştığım masa pek özenli ve düzenli olmasa da gayet cazip görünüyordu. Herhangi bir notun olmadığını farkettiğim zaman masanın altına bile bakmıştım ama nafile. O sırada sarmaşıklardan gelen sesle irkilmiş, olduğum yerde kalmıştım.

Per Job // taeggukHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin