Beni ait olduğum yere, eve götür.
Daha fazla dayanamıyorum.
Runaway- Aurora
\\\
[Luke ✗ Eugene]
90'larda Bir Zaman... (Eugene 15 yaşındayken.)
\\\
Hayatı az görülmüş binbir kaçıştan ibaretti, az görülmüş, umursanmamış, karşısında omuz silkilmiş acılardan ve zihninde saklanan daha fazlasından. İbaret gibi duruyordu çektikleri, sayısız nefeslenme çabaları sonucunda yalnızca başarısızlıkları görülüyordu. Eugene, bir çok yabancının gözünde başarısız, aşağılanması gereken bir varlıktı sadece. Ailesinin gözünde pişmanlık kaynağı ya da sevimsiz bakışlarla susturulacak birisi de değildi. Çünkü zaten daha küçükken bile orada yoklardı. Annesinin yanındaydı, kalbinde değil. Babası ise bir yalandan başka bir şey değildi. Bu tramvatik bağların arasında kalmış çocukluğu sislerin içindeydi, ne yalan ne de doğru. Annesi ile birlikte varla yok arasına karışmıştı küçük elleri, küçük bedeni. Ama, asla küçükken yalanlarla beslenmesine rağmen dört duvarın arasında ya da dört kenarlı bir çerçevede kayıp değildi hiç tanımadığı babası gibi. Zihninin girilmez bölgesinde, kırılgan anılarında değildi yaşlı adamın yüzü. Gene de hatırlayamazdı onunla ilgili hiçbir şeyi. Çünkü hiç anlatılmamıştı ona. Yasaklı kelimeydi: baba. Birden bu kelime her şeyi olmadan çok öncelerinde bu böyleydi. Yasaklanmış gerçeklerle büyütülmüş olsa da, annesinin ne gözleri ne ilgisi dönmemiş olsa da küçük çocuğun gözlerinde, en azından o zaman için kayıp değildi. Babası gibi annesinden uzaklara, kayıplara karışmamıştı.
Tek taraflı sevgi hissiyatıyla kuşatılmış olsa bile tekrar evde olmayı dilerdi. Sıcak olmayan yatağında, soğukta titrerken annesinin kollarına koşamazdı. Ama, güvende olabilirdi, böyle bir mucize gerçekleşseydi. Hayallerindeki annesinin sıcaklığıyla güvende olmayı, güven duygusunun getirdiği sıcaklığın içini gıdıklamasını, bununla birlikte de bedenine şuanda nüfus eden tüm soğuğu unutmayı isterdi. Biliyordu, çok yakında bu isteği zihninin en uzak köşesine itecekti. Farkındaydı, bugün tüketemediği sigaralar, yarın ona geçmişle, gözyaşıyla geri dönecekti. Hissiz bakışlarına özlemini körüklüyordu ki annesinin özlemini unutabilsin. Yaşayamadıklarını gömerek çözemezdi, yaşadıklarını, yaşatanları ölü toprağa veremeyeceği gibi. Fakat, ikilemlerini gömmek güzel olabilirdi. Böylece ya gün doğana kadar ağlar ya da ruhsuzca çökmüş bedenini otobüsün vızıltılı sesini duyana kadar en yakın durağın camından izleyebilirdi. Bir karara varabilirdi. Ruhunun ilk ve son çöküşünden şüphe duymaz, kendine daha önce belki de hiç tanımadığı ama merak duyduğu tarafının ortaya çıkmasına izin verebilirdi. Bir yanının kendim diyebileceği, diğer yarısının ise yabancılayacağı bu çocuk kaçmak istemiyordu. Oturup hüngür hüngür ağlamak istiyordu. Yolun ortasında umarsız bir çaresizlikle çökmek, insanların ayakları görüş açısından gitmezken tutunmak istiyordu herhangi bir gerçeğe. Yıkımsız bir gerçek aradı gözleri ama öyle bir şey sefaletin dibinde bile yoktu. En acı durumda, en hissetmediğiniz zamanda bile yıkımlar vardır. Kafanızın içinde görünmez fırtınaların dinmesini bekler, yeni acılar, ruhunuzun diplerden biraz yükselmesini. Ardından size çarpan yeni yıkımlarla siz de hissettikleriniz kadar, size çarpan gerçekler kadar harabeye dönersiniz. Olduğunuzdan daha kötü hissedemeseniz de, ne durumda olduğunuzun getirdiği bitiklik sizi hiç bırakmaz. Hissizlik, sadece sisli, silik duygulara ve bu duygular karşısında buruk gülümsemelere izin verirdi. Eugene hissizliğini bir an önce geri kazanmalıydı. Gerçeği görüp kabul edecek ve ölü taklidi yapacaktı. Eğer yeterince ölü gibi durursa, bu kovalamacalar bir gün biter diye. Gerçeğin hayalleri kovalaması gerekiyordu çünkü, kendisini değil. Eugene, çemberi bozuyordu, döngüleri kırıyordu. Her şeyi kendisi gibi bozuk hale getiriyordu. Girdiği ortamlarda bakışların rengi değişirdi. İsyan, burnunun ucunda, ayaklarının dibinde biriken kar taneleri gibi yavaş yavaş artıyor öfkeyle, görmezden geldiği her şeyle birlikte. Gamsız görünmeye çabalamıyordu bile artık. İsyan ediyordu, ama öfkeyi geride tutuyordu sürekli. Ya da öfke kendiliğinden geriye çekiliyordu, tükenmez, bitmek bilmez hüznü varken, hüznü varken ve kendisi yokken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
━ 𝐌 𝐄 𝐓 𝐑 𝐔 𝐊 𝐄 𝐕 𝐈 𝐍 𝐌 𝐄 𝐓 𝐑 𝐄 𝐒 𝗟 𝐄 𝐑 𝐈 ━
FanfictionYaşattıklarını yaşatan anneleri, babasının yerini tutan yalanlar, tam olamamış benliğinin bölünmesi kabus gibi bir döngüdür Eugene'in hayatında. Ve Eugene o döngüdeki bozuk, uyumsuz halkadır. Onun döngüsü ise yaşam ve ölüm üzerine kurulu mücadelele...