Eğreti bir şekilde yatağın kenarına oturan Yekta ; başını önüne eğmiş , saçları parmaklarının arasında öylece düşünüyordu. Bir ara kafasını kaldırıp karşısında duran aynaya baktı. Karşısında gördüğü siluet ne kadar da yabancı gelmişti gözüne. Gördüğü şey hoşuna gitmemiş olacak ki başını çevirdi. Başını çevirmesiyle, komedinin üzerinde bulunan çerçeveyi fark etti.
''Bu senin eserin. Tebrik et. Beni dönüştürdüğün şeye bak. Lanet olsun sana da sevgine de ! '' dedi.
Histerik bir kahkaha attı. Sonra da eline aldığı çerçeveyi karşısında duran aynaya fırlattı. Ayna bir anda tuzla buz olmuştu. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Neler olmuştu böyle? Şu bir yıl içerisinde olanları aklı da dimağı da almıyordu. Oysa ne güzel başlamıştı her şey. Sonlarının böyle olacağını bilse... Bilse , ah bir bilebilseydi keşke , bir şey değişir miydi?
..Cevap veremiyordu. Bütün bunları yaşayacağını bilse yine sever miydi? Aklı hemen cevabını verse de gönlü suskundu.
Yine düşüncelere boğulmuştu. En başından, bu yana yaşadıkları her şey film şeridi gibi gözünün önünden geçiyordu. Her zerresi kanasa da ,acılar içerisinde can çekişse de yüreği, ölmemişti. Ama sürünüyordu. Onu ilk gördüğü günü anımsadı. Üniversite ikinci sınıftaydı o zamanlar Yekta. Bir gün derse geç kalmış; koşar adımlarla yürürken, tatlı bir ses çalınıvermişti kulağına. Sesin geldiği yöne doğru başını çevirdiğinde görmüştü Sibel'i . Nereden bilebilirdi ki ;o kadife sesli, bahar gülüşlü sarışın kızın ,hayatının ızdırabı olacağını. Sesin geldiği yöne baktığında Sibel ve arkadaşları çimlerin üzerinde gitar çalıp şarkı söylüyorlardı. Derse geç kalmasına rağmen geçip gidememiş yanlarına ilişivermişti Yekta.
''Seviyorum seni ekmeği tuza basıp yer gibi'' dediği sırada Sibel , gözleri birbirine değmişti.
Yekta o gün girmediği için o dersten kalmış ama Sibel ile tanışma fırsatı bulmuştu. Sibel, Yekta ile aynı üniversitede Güzel Sanatalar Fakültesin de okuyordu. O gün Mühendislik Fakültesinde okuyan arkadaşlarının yanına gelmişler, baharı fırsat bilip kendi aralarında eğlenmek istemişlerdi. Bu sayede farklı fakülte olmalarına rağmen ikisinin yolları kesişmişti.
Sibel'i tanımlayacak bir cümle varsa bu gökkuşağı olurdu kesinlikle. Bir çok kişiliği olan rengarenk bir karakteri vardı. Gittiği her yere de rengini veriyordu. Aynı zamanda da çok güzeldi. Bu özelliği her girdiği ortam da fark edilir yapıyordu onu. Sarışın , beyaz tenli ; uzun boylu, kıvır kıvır kısa saçlarıyla hemen göze çarpıyordu. Yekta da diğerleri gibi, ilk gördüğü günden bu yana kızın çekimine kapılı vermişti. Kapılmak ne kelime, avare gibi onun peşinden; bir oyana, bir bu yana salınıp gidiyordu. Yekta'nın uzun çabaları sonunda sonuç vermiş ve gel zaman, git zaman derken sevgili olmuşlardı. Hatta bir süre sonra ailelerinden gizli beraber eve çıkmışlardı. Aile dediysek sadece Yekta'nın ailesi bilmiyordu konuyu. Çünkü Anadolu'nun küçük bir şehrinde yaşayan aile için evlenmeden aynı evde yaşamak söz konusu dahi olamazdı. Onlar Yekta'yı yurtta kalıyor sanıyorlardı. Daha önce yalan nedir bilemeyen Yekta , oyunculuğuyla göz dolduruyordu. Bu sayede ailesi hiç şüphelenmiyordu. Eve çıktıktan kısa bir zaman sonra Sibel hastalanmıştı. Yekta Sibel'i doktor doktor gezdirmiş ama bir sonuç alamamıştı. En sonunda psikolojik olduğuna karar vermiş, tedavinin zaman alacağını söylemişlerdi. Sibel'i çok seven Yekta'nın gözü hiç bir şey görmez olmuş, sonunda da okula gitmeyi iyiden iyiye bırakmıştı. Okulunun üç dönemini Sibel'in tedavisi için heba etmişti. Kızlarının hasta olduğunun bildikleri halde ailesi ilgilenmemiş yine şımarıklık ediyorsun deyip, telefonlarını bile açmaz olmuşlardı. Bunu bilen Yekta daha da sıkı sarılmıştı ona , bir bebek gibi pamuklara sarmıştı. Kendisini uyaran, hata yaptığını söyleyen arkadaşlarının hepsini silmişti. Sibel hastalığına rağmen tam vaktinde mezun olurken ; Yekta ailesine bin bir türlü yalan söyleyerek, anca iki yıl sonra mezun olabilmişti. Mezun olduktan sonra memlekette herkes Yekta'nın döneceği günü bekleye dursun, ikili çifte kumrular gibi gezmekle meşguldü.
Sibel bir gün evlendirme dairesinin önünden geçerken :
-Ne bekliyoruz hadi evlenelim! demiş ve kendilerini nikah salonunda bulmuşlardı.
Yekta bir an duraksamıştı. Uzun zamandır aramadığı sormadığı ailesi belirmişti aklında. Duraksamadan dolayı Sibel'in yüzü asılmış ve Yekta bu sefer de ailesini çıkarıvermişti aklından. Ailesi Sibel'den daha önemli değildi. Daha fazla düşünmek istemedi. Zaten Sibel hayatına girdi gireli , bir bağı kalmamıştı onlarla. Ailesi durumu öğrenmek için sıkıştırdığında sürekli kaçıyor, yazları dahi eve gitmiyordu. Ona göre artık ailesi bağnaz , anlayışsız ve cahildiler. Ama ailesi oğullarının peşini bırakmaya niyetli değildi. Onun tavrı ne kadar hadsiz olursa olsun, bir ömür boyu bedbaht olmasına izin vermek istemiyorlardı. Yıldırım nikahı kıydıkları gün Yekta ,Sibel ile kaldıkları evin önünde bulmuştu annesi ve babasını. Annesi,; oğlunun elinde kırmızı bir defter, yanındaki kızın ise başında çiçekten bir taç gördüğünde inanmak istememişti önce.
''Ne arıyorsunuz burada, beni nasıl buldunuz? '' dedi Yekta endişeyle.
''Seninle yüz yüze konuşmaya geldik. Hadi gel bir yerlere gidip konuşalım oğlum.''
''Merhaba babasısınız galiba. Tanıştığımıza memnun oldum ben de gelininizim.'' diyerek elini uzattı Sibel. Bir taraftan da Yekta'nın elinden kaptığı kırmızı evlilik cüzdanını sallıyordu.
Babası ''Oğlum bu ne demek oluyor '' demeye kalmadan, annesi düşüp bayıldı.
Donup kalmıştı Yekta. Babası, annesini arabaya taşırken bir adım dahi atamadı onlara doğru. Bu ailesini son görüşü oldu. Ne kadar ararsa arasın, bir daha ulaşamadı onlara.
.. Ta ki boşanana kadar...
Bir yıl evli kalabilmişti genç çift. Yekta'nın ailesinden gelen maddi destek bitmişti. Mezun olduktan sonra kendi mesleğinde iş bulamamış. Bulduğu yevmiyeli her işe gider olmuştu. Ama bir türlü Sibel'e ve harcamalarına yetemiyordu .Bütün bu maddi buhranların üstüne Sibel de artık eve gelmez olmuş sürekli arkadaşlarıyla takılıyordu. Eve gelince de kavga gürültü. Yalancı bahar erken bitmişti. Ama yine de karısını seviyor onu bırakmak istemiyordu. Yekta evliliğini kurtarmak, gerçek bir aile olmak için çabalayıp duruyordu. Ta ki bardağı taşıran son damlaya kadar. Yekta'nın daha bir bebekleri olacağından haberi bile yokken , birden kaybını yaşamıştı. Sibel bir gün, eve gelip boşanmak istediğini söylemiş. Yekta'nın kabul etmeyeceğini bildiği için de son bombayı patlatmayı seçmişti.
''Senden boşanıyorum. Aramız da kalan tek bağı bebeğini de aldırdım bugün. Artık sen yoluna ben yoluma. Sakın bir daha beni arama. '' bunlar , Sibel'den duyduğu son sözler olmuştu.
Algılayamıyordu. Ne demişti Sibel, kapıyı çarpmadan önce ?
''Bebeği aldırdım, bebeğini aldırdım.'' Bu sözlerin ne anlama geldiğini fark ettiğinde sol tarafında bir sızı hissetti. Sanki bir bıçak saplanmıştı; olayın idrakine geç varmış olan beynine, sonra da kalbine...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AN DEĞİL ÖMRÜM OLSAN
RomanceBir yanda ilk aşkını unutamayan; senelerce o mutlu olsun diye dualar eden saf ve masum Feride Bir yanda yaptığı yanlış evliliğiyle hayatı zehir olan ve daha haberi bile yokken yaşama hakkı elinden alınan evladının acısıyla kavrulan Yekta. Birbirle...