1840'lı yıllarda Two Cities, Pensive Nehrinin kıyısında kurulan, her türlü at arabası ve nakliye araçlarının geçtiği bir dolu insan yığını arasında gürültülü bir şehirdi. Yağmurun habercisi kara bulutlar şehrin üzerine yığılmış karabasan gibi sarmıştı dört bir yanını. Kalabalığın arasından genç, güzel ve çekici bir kadın olan Luna Rochalled geç kalmamak adına insanları çekiştirerek yol alıyordu.Luna Rochalled, Pensive Nehrine doğru acele ederken, iskarpin ayakkabısının teki taşa takılarak ayağından çıktı. Dudakları gereksiz bir isyanla büzüşürken, ayakkabıyı giymeden eline alarak koşar adım köprüye geldi. Hırıltı nefesleri bedenine yoğun bir heyecan yayarken, köprü ağzında durup, bir müddet etrafı göz ucuyla taradı. Yeni aldığı iskarpin ayakkabısının tahriş olan ucuna öfkeyle bakarken, etraftaki kalabalığı umursamadan köprü trabazanlarından destek alıp, eğilerek ayakkabıyı ayağına geçirdi.
Taş köprüyü itinayla geçip, nehrin sol köşesinden sessiz adımlarla yürüyerek ıslak çimlere oturdu. Soğuğu ve de çimlerin ıslaklığını göz ardı edecek kadar özlemle dolmuştu uzuvları. "Gelmeyecek." dedi kendi kendine. Yine bir bekleyişin daha umutsuzca sonuçlanacağını bilse de o bir umut oturduğu yere daha çok sindi. Ellerini dizlerine yaslayarak beklemeye devam etti.
Güneş tam tepeye çıkınca yaklaşık bir saattir burda oturduğu geldi hatırına. Bileğindeki eski gümüş saati kontrol ederek sarı saçlarını sırtından geriye doğru saldı, bire çeyrek vardı. Hava açılmış kara bulutlar birbir dağılmaya başlamıştı.
Biraz daha oturup kalkmayı planlıyordu. Fakat şehrin batısından gelen ufak tefek sesler korkmasına sebep oldu, bu tırmalayıcı seslere kulak kabartarak ayağa kalktı. Sesler gittikçe artıyor, endişesini dizginleyemeyecek büyüklükte yankılanıyordu, küçük adımlarla seslere doğru yürüdü. Her yürüyüşü içindeki korkuyu daha da çok artırıyor, tüyleri diken diken edecek türde güçlü uğultular şehri hâkimiyeti altına alıyordu.
Luna dar ve patikalı yolu koşar adım geçerek kasabanın en ücra mahallesine geldi. Mahallenin girişinde durup, nefesini bir iki saniye kontrol altına alarak tekrar var gücüyle koşmaya başladı. Her adımı bir öncekinden daha güçlü atıyor, taş kaldırımlarda ayak sesleri yankılanıyordu. Rüzgar mavi şalını gerisinde bırakırken, nefes nefese meydanın ortasında durdu. Gözleriyle etrafı inceleyip kalabalığın sebeplerini aradı.
Endişe ve merak bedeninde volta atıyor, bütün bedenini ter içinde bırakıyordu. Biraz daha yürüyerek büyük çınar ağacının önünde durdu. Kalabalık yüzünden net göremiyordu olanları... Küçük ayaklarını hafif kaldırarak çınar ağacının dibine bakmaya başladı, başarılı olamayınca tüm kuvvetiyle önündeki kalabalıktan bir kaç kişiyi sağa sola doğru iterek kendini çınar ağacının dibine attı. Fakat dudaklarının ardından fısıltıyla çıkan isim bedeninde bir deprem etkisi yaratmıştı.
"Pera?"dedi fısıltıyla. Fakat karşısında duran adamın bedeni dar ağacında cansız bir şekilde asılı duruyordu.
🪐🪐🪐
Selam,
Bu kitaba başlamam konusunda, beni sürekli dürtükleyip duran canım arkadaşım voirtoutenros emeklerinden dolayı çok teşekkür ediyorum. Ve bu bölümü ona ithaf ediyorum ♥️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ ŞEHİR "PERA"
Ciencia FicciónBir kuyu on altı katliam... Keskin diplerin en kuytu köşelerinde on altı duvara asılı parça parça et yığınları... Her bir yaratılışın ecri canlarıydı... Kapalı gözler ardından iflasa mahkum yaşayan göz bebekleri girdi görüş alanına. Bazıları mavin...