"İhanetin Kucağında filizlenenler"Ebe kadının kucağındaki küçük bebek, yumduğu gözlerini ürke ürke açarken, odayı hafif aydınlatan mum ışığıyla hemen yummuştu sarıya çalan gözlerini. Ay ışığı kadar parlak teni, tek tük ama altın sarısı küt saçları vardı. Yaşlı kadın, küçük kızın mırıltılarına karşı genişçe tebessüm etti. Fakat su kadar berrak olan bu kızın, bir gün toprak kadar kapkara olacağını bilmiyordu.
Ava yorgunluktan bitap düşüp, kafasını sola çevirirken, aklında yine tek bir kişi vardı; "Pera," dedi. Belli belirsiz hareket eden dudaklarının ardında gözyaşlarını serbest bıraktı, gözleri bütün gecenin verdiği yorgunluk ve sol tarafına düşen ağrı ile usulca kapandı.
Birkaç saat geçtikten sonra Ava'nın iyi olduğuna kanaat getirerek güneş henüz doğmadan geldiği yollardan sessizce yürüyüp nehrin kıyısına geldi yaşlı kadın. Gözleri Jackson'ı arasada ona dair tek bir ipucu bile bulamayan kadın, yine aynı sessizlikte köprüden indi. Dün gece geldikleri yoldan yavaş yavaş yürüyerek çitlerin önünde durdu, son kez durgun nehre bakıp karşıya geçmek için çitlere uzandı. Parmakları çitlerle buluşmadan hemen önce göz harelerine değen yeşil şalla adımlarını hızlandırarak nehrin kıyısına doğru koştu. Bir yandan düşmemek için kıyıdaki ağaçlara tutunuyor bir yandan da hızlı davranıyordu. Ayaklarının altına hareket eden ıslak toprak bedeninin sağa sola yalpalamasına sebep olsada dengesini sağlayabilmişti.
Nehrin taşlı bölgesindeki taşlara sıkışmış yeşil şalı nasırlı, soğuktan kurumuş parmakları ile alırken elini yaralayan keskin taşla küçük bir inilti firar etmişti dudaklarından. Oluk oluk akan kan bir kaç saniye aklını durdurmuş olsada kanlı elini hemen dibinde bulunan nehrin buz gibi suyuna koyarak kanı temizlemeye çalıştı. Sızlayan yarasını dudaklarına götürerek sertçe bastırıp, emdi.
Islak şalı korkarcasına etrafına bakıp hızla katlayarak kalın hırkasının altına gizlemişti fakat izlendiğinden bir haberdi... Son kez etrafını gözetleyerek taş yığınlarının arasından koşup az önce ki yokuşu ellerinden destek alarak çıktı ve çitlerden geçti.
Karanlık yerini aydınlığa bırakırken, Jackson nehrin kenarında saatlerce adamı aramıştı. En son ona dair tek bir ipucu bile bulamayınca, bütün ümidini ve çaresizliğini nehrin hırçın dalgalarına hapsetmişti. Üzerindeki katil damgası onu yavaş yavaş hissizliğe bulandırıyordu.
Titreyen dudaklarını engellemek ister gibi dişleriyle sertçe ısırdı. Uyuşan parmakları ile kollarını kendine sardı. Fakat üstü başı tamamen sırsıklamdı. Yavaş yavaş doğan güneş etrafı aydınlatmaya başlarken, Jackson evinin kapısında bir sarhoş kadar dengesizce duruyordu. Ayaklarının ucunda son saatlerini yaşayan derman tükenmek üzereyken, titreyen ve buz tutmuş ellerini yumruk yapıp kapıyı çalmaya çalıştı. Fakat elleri kapı ile buluşmadan yorgun bedeni buz tutmuş betona yığılmıştı. Pera evinin kapısına kadar dayanmış, zor ayakta durmuştu. Şimdi yerde bir ölü kadar cansızdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ ŞEHİR "PERA"
Ciencia FicciónBir kuyu on altı katliam... Keskin diplerin en kuytu köşelerinde on altı duvara asılı parça parça et yığınları... Her bir yaratılışın ecri canlarıydı... Kapalı gözler ardından iflasa mahkum yaşayan göz bebekleri girdi görüş alanına. Bazıları mavin...