*Giriş*

386 44 30
                                    

Her insan hayatında bir kez olsun sonunu düşünmüştür eminim. Ölümünün nasıl, nerede, ne şekilde olacağını... Aslında ben pek düşünmedim. Hayatımın her dilimini rüyalarıma katıp katıp hayaller kurarken, geleceğimi planlayıp geçmişimde takılırken sonumu düşünmedim. Ama sonumun geldiğini düşündüm.

Hissettiğim acı o kadar gerçekti ki ölmek budur dedim içimden, gözyaşının en gerçek halini gördüğüm gün. Kalbimin atışının bir anda kesilip daha sonra krize girercesine attığı gün. Anladığım kadarıyla, belki de yaşadığım kadarıyla demeliyim; insan kendisinin değil de başkasının ölümünü gördüğü zaman daha çok acı çekiyormuş. Gözlerinin önünde iyi ya da kötü bir hayatın sonlanması, özellikle de sevdiğin birinin can vermesi dayanılacak derecede bir acı değil bence.

Benim hayatım mükemmeldi. Annem, ders vermek için gittiği evin terasından bir kaza sonucu düşüp felç geçirene kadar...

Hatrı sayılır bir şekilde ünü duyulmuş bir müzisyen olmanın getirdiği bir şanssızlıktı onunkisi. Ben sonumun onu kaybedeceğimi aklıma getirdiğim an geldiğini düşündüm. Onu kaybetmek benim için en acı sondu. Daha ilerisi, daha can yakıcısı olamaz dedim o an. Hastane koridorlarında beklediğimiz her dakika umudumu biraz daha yitirdim. Ambulansa bindirilirken gördüğüm o hali her dakika gözlerimin önünde belirdi. Kan vardı. Çok kan...

Oysa annemle yaşayacağımız bir sürü güzellik vardı gözümde. Ona göstereceğim sürüsüyle başarım olacaktı. Öyle söz vermiştim. Her yıl adım adım nasıl büyüdüğümü görecekti.

Eğer onu kaybedersem geriye sadece yıkılmış hayallerim, ben ve babam kalacaktık. Yaptığım her başarıda 'Annem de yanımda olsa ne kadar sevinirdi?' diye teoriler üretmeye başlayacaktım...Ama öyle olmadı.

Allah bize kaybettiklerimiz yerine ikinci bir şans verdi. Annemi hayata bağladı. Fakat artık her şey daha farklıydı... Başından aşağısının felç olması onu yaşayan bir ölüye çevirmişti. Görebiliyor, duyabiliyor, anlayabiliyor fakat bedensel işlevlerini hiçbir şekilde yerine getiremiyordu.

On üç yaşımdan beri onun bakımı için işe aldığımız Sevim Teyze ise bir kez olsun işini yadırgamadan annemin tüm sorumluluğunu üstüne aldı. Belirli aralıklarla yemeğini yedirme, kıyafetlerini giydirme, temizliğini yaptırma görevi her zaman ön plandaydı. Ona bir bebeğe bakar gibi şefkatle bakması Sevim Teyzeyi ikinci annemmiş gibi görmemi sağlıyordu. Fakat gerçek bir anne sevgisini asla karşılayamıyordu. Orta okuldan mezun olurken mezuniyet törenimde annemi de yanımda görmek isterdim. En yakın arkadaşımla kavga ettiğimde ya da ilk kez hoşlandığım çocuğa karşı tavsiye almak...

Bunların hiçbirini yapamadım ama onu her zaman hissettim. En azından kalbinin benimle olduğunu, başıma ne gelirse gelsin her zaman yanımda olduğunu hissettim. Biraz eksiktim ama içimde bir yerlerde hala umut tomurcukları vardı.

Doktorlar onun eskisi kadar olmasada vücut işlevlerinin geri gelebileceğini ama bunun çok düşük bir ihtimal olduğundan bahsetmeseydi bu umut tomurcukları yerini kuru dallara bırakabilirdi ama ben hep hayata çift cam bakan biriydim. Olabilecekleri ya da olamayacakları hayal ederdim. Beş yıldan sonra onun sesini duymak en güzel hayalimdi üstelik benim.

Kabul ediyorum hayatım biraz yeşil çamdan fırlama bir hayat. Sanırım ben de sonunda annemin eski Türk filmlerindeki gibi bir anda ayaklanıp bana sarılacağı zamanı bekliyorum. İmkansız diye bir şey yoktur. Ve umut benim en son kaybedeceğim duygu.

Babam...Babamın ne hissetiğini ise hiçbir zaman tam olarak anlayabilmiş değilim. Benim üzülmemem için ailenin en güçlüsü olmak onun görevi sanki. Üzüntüsünü, kızgınlığını, umutsuzluğunu içinde biriktirmesi bir gün patlamasına neden olacak ama ben buna dur diyemiyorum. Anneme olan sevgisi, aşkı olanlara rağmen bir nebze olsun eksilmezken benim üstüme titremesi gözümde onu mükemmel yapıyor. Beni kanatlarının altına alması, koruyup kollaması tüm hüzünlerimi denizdeki dalgalar gibi zihnimin köşelerinden sürüklemeye yetiyor.

Ah...Bir de zor zamanlarımda bana katlanan en yakın dostum var. Ceyhun. Onunla beraber büyüdük. Aynı mahallede, aynı okulda okuduk. Ailelerimizde eski dost olduğundan onu öz kardeşimmiş gibi hissediyorum. Ne yaşadığımı, ne hissettiğimi, hastanedeki halimi bile en ufak ayrıntısına kadar bilen bir tek o var. Ne zaman üzülsem yapmaya çalıştığı tesellilerle yüzümü güldüren insan.

Sonra tabi Naz var. Lise de tanıştığımız Ceyhun'dan sonraki en yakın arkadaşım. Güler yüzlü, neşeli, cana yakın. Ailemin nasıl olduğuna dair Ceyhun kadar olmasa da bir bilgisi var ve bana davranışlarını ona göre yönlendiriyor. Bunun beni düşünen arkadaşlarım olduğu için iyi hissettirmesi gerekir ama ben daha çok zavallı gibi hissediyorum. Kusurlu bir sanat eseri gibi. Kusuruna bakmadığınız zaman mükemmel...

Hayatım böyle benim. Hayatımda ki insanlar...Ben kim miyim? Ünlü iş adamı Gürkan Aykal'ın kızı ve Aykal Holding'in tek varisiyim. Hani şu dışardan bakıldığında hayatı kusursuz olan kız.

Öyleyse hayatıma hoşgeldiniz!

************

Merhaba :) Bir hikaye yazmaya başladım ve bunun için her yazarda olabileceği gibi sizlerinde desteğinize ihtiyacım olacak. Eleştrilere, yorumlara, beğenilere... Eleştrilere ihtiyacım var çünkü yanlışlarımı görmek istiyorum. Bana yardım ederseniz çok sevinirim :)

Bu bölüm karakterimizin hayatını anlatıyordu. Hayatındaki zorlukları bilmeden onun nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu bilemezsiniz. Karakterim fazlasıyla utangaç. Bu yüzden diğer ana karakterle ilk bölümden tanışmayacak. Biraz sabır gerektirici. Açıkcası bu hikaye bir insanın sevdiği kişiye hayatı tanıtması ve nasıl yaşayacağını öğretmesi ile ilgili. İyi okumalar. Vote ve yorumları eksik etmeyin.

KAPAT GÖZLERİNİ (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin