{01} Kamp

231 25 8
                                    


Adımlarım, yerdeki düzensiz otlar ve iğrenç derecedeki yapışkan çamura rağmen oldukça düzgündü. Topuklu bot bile giyiyor olsam, dümdüz bir yolda yürüyor gibi görünüyordum. Ve, işte buradaydı. Ağabeylerimin başına gelen olay yüzünden, Hades'in tüm çocukları için yasaklanmış kampın kalkanı. Adımlarımı durdurdum ve sanki ormanının geri kalanı gibi görünen kalkana parmaklarımı uzattım. Parklarımın etrafında mavi dalgalanmalar oluşuyordu. Derin bir nefes alıp tek seferde içeri geçtim.

Şimdi tüm gürültü duyup tüm dağınıklığı görebiliyordum. Üzerinde bulduğum tepenin altına doğru ilerleyen bir patika vardı, ucu klüplere ve diğer yapılara kadar ilerliyordu. Omuzlarını dikleştirip aşağı doğru yürümeye başladım. Yanlarından geçtiklerimin başları bana dönüyordu ve arlarında fısıltıları duyabiliyordum. Hatta içlerinde gezinen tüm a korku ve kıskançlık duygularını koklayabiliyordum. Kıskançlıkları ve korkuları yersiz değildi, öyle de olmaları gerekirdi zaten. Hepsini aynı anda ortadan kaldıracak gücüm vardı, benden korkmayıp kendi sözde çok güçlü ebeveynlerinden korkmaları anlamsız kalırdı.
"Merhaba." Birden önüme atlayan kızla adımlarımı duraksattım. Açık kahve rengi saçları, yeşil gözleri vardı. Boyu fazla uzun olmasa da gayet düzgün bir fiziği vardı. Bana karşı gösterdiği cesur tavrı ve yüzündeki gülümseme kaşımın birini kaldırmama neden oldu.
"Ben Velrina, Ares in kızı." Ellerini arkasında birleştirip bana baktı.
"Limora." Gülümsemesi genişlerken yanıma yerleşip yüzünü bana çevirdi.
"İstersen sana etrafı gezdirebilirim." Üzerinden bir gram bile olumsuz bir duygunun kokusunu alamadım. Amacının ne olduğunu bilmediğim için omuz silkip yanımda yürümesine izin verdim.

Fısıltıların arttığını fark edebiliyordum, umurumda olduğundan da değildi gerçi. Zayıf olanların fısıltıları beni etkilemezdi, benim güçlü olanlarla işim vardı.
"Burası yemekhane. Yemekler günde üç kere servis ediliyor, onun dışında de gelmem serbest gerçi." Verlina başıyla yemekhaneyi gösterdi.
"Arka tarafta antrenman ve oyun alanları var." Parmağıyla yemekhanenin yanından geçen patikayı işaret etti. Oh, en azından antrenman yapmayı biliyorlar.
"Kulübelerin arkasındaki patika da göle çıkıyor. Onun devamındaki ırmak da kulübelerin arkasından dolanıyor." Kulübeler U şeklindeydi, en başta üç kulübe vardı be diğerleri onların iki tarafında duruyordu. Hepsinin ortasında ise bir ateş çukuru vardı.

Biz ilerledikçe tam ortada duran kulübedeki Yarı Tanrılar görünür oluyordu. Duruma bakılırsa, Değerli Tanrı'lar Zeus ve Poseidon un biricik çocukları şovu izlemek için baş role geçmişti. Şov istiyorlarsa ben de onlara verirdim. Velrina ve ben, üzerinde bolluk borusu bayrağı olan, siyah tahtalı kulübeye doğru ilerledik. Kampın bu kalabalığı bile sinirimi bozuyordu. Kendilerini tanrı diye çağırmalarına rağmen, zevklerine hakim olamayan bir avuç ucuz varlıkların çocukları ile dolu bir yerde ne kadar fazla dayanabilirim, bilmiyorum. Ancak yeniden babamdan bir haber alana kadar burda kalacaktım. Bu iğrenç yarı insanların arasında.
"Beklediğimden daha iğrenç." Sessize mırıldanıp gözlerimi kalmak zorunda olduğum kulübenin üzerinde gezdirdim. O tanrı bozuntuları tarafından ölümle cezalandırılmadan önce burada sadece ağabeyim yaşıyordu.

"İstersen temizlemeleri için birilerini çağırabilirim, senin öyle işlerle ilgilenmediğini düşünüyorum." Yüzündeki sabit gülümsemeyle konuşan kıza baktım. Normalde, bu cümleyi alayla söylese şaşırmazdım ama alaya dair ne bir ifadesi ne de kokusu vardır.
"Buradaki yaratıkların kalacağım yere dokunmasına izin verecek değilim." Kalabalığın arasından komuttular yükselirken çenemi kaldırıp en fazla sesin geldiği tarafa baktım.
"Daha yüksek sesle konuş ki, ben de duyayım." Sesler azalırken sadece gözlerimi devirip yürümeye devam ettim.
"Şimdiden oldukça iddialısın." Zeus un kulübesinden gelen sesle o tarafa baktım. Esmer, iri yapılı ve mavi gözlü bir erkekti.
"Hepiniz neye değdiğini görmem için yeterince zamanım olacak. Bir veya iki gün yeter diye düşünüyorum aslında." Ona kibarlıktan uzak bir gülümseme gösterdiğimde çenesi sinirle gerildi. Yanında duran esmer, mavi gözlü kız onun kolunu kavradığımda gözlerimi ona çevirdim.

Madem istediler, neden ortalığı biraz karıştırmıyorum ki?
"Oh, Elonar. Sana, beni buraya kabul etmelerini sağladığın için teşekkür edememiştim." Sarı saçlı, mavi gözlü, kısa boylu kız elini Elonar ın omuzuna koyup onu sıvazladı. Ah, bu sıvazlamaya şu anda ihtiyaçları olmayacaktı.
"Bizi birbirimize düşebileceğini mi düşünüyorsun? Yerinde olsam o pis sesimi keser ve burayı terk ederdim." Saçları oldukça açık bir sarı olan, uzun ve cılız çocuk bana resmen hırladığında sırıtarak kulübemin kapısını tuttum.
"Şu gereksiz şeyler ne zamansa, gelip beni haberdar et." Velrina gülümseyerek başını salladıktan sonra Zeus un kulübesine döndüm.
"Elbette ki öyle bir şey düşünmüyordum. Ben kimsenin kötülüğünü düşünmem." Alayla onları süzdükten sonra kapıyı açtım ve ilk adımımı atıp bekledim.
"Sadece... sevgili kardeşinizin bana ağabeyim yüzünden saldırdığını bilmenizi istedim. Ağabeyimin aşkından kör olmuş, küçük, zavallı Poseidon un artık spermi." Kapıyı arkamdan kapattım, bunu bilmediklerini etrafa yayılan ani sinir kokusundan anlayabiliyordum.

Gözlerim eşyaların çürümeye başladığı odada gezindi. Yüzüm istemsizce buruşken derin bir nefes verdim. Gerçekten, ağabeyimin dağınık ve umursamaz olduğunu biliyordum ama bu kadarını da beklemezdim.
"Briaten." Sözlerimin ardından, yarı saydam, sarımsı ışığı aydınlık olmayan kulübeyi aydınlatan ruh hizmetçim yanımda belirdi. Gözlerim odada gezinirken elimi havaya doğu salladım.
"Burayı düzgün hale getir. Yardıma ihtiyacım varsa iznim senindir." Başını sallayıp gözden kayboldu. Normalde, ruhların ölüler dünyasını terk etmesi yasaktı. Özellikle de ceza çekenleri, yine de onlardan başkasını emirlerini yerine getirecek hale getirmek zordu.

Benim hizmetçi ruhlarımın dudakları birbirine sıkıca dikişliydi. Onların bana itaat etmesini bu sağlıyordu. Ancak onların sadece bana itaat etmesi için sırtlarına benim kendi damgam basılıyordu. Acımasız gözüktüğü sanılabilir, ancak onların kehanetin sonuna kadar mecbur kalacağı tüm işkencelerden bunlar kurtarıyordu. Zaten ölü olan birine bu iyiliği yapmak da aptallıktı belki. Bu da benim kendi yöntemimde, acı çekmeyi hak etmediğini düşündüğüm rûhları kurtarmamdı. Dakikalar içinde kulübeyi ruhlar doldururken onlar tarafından getirilen koltuğa oturdum. Onların burda olması, ve sayılarının da fazla olması enerjimi oldukça fazla tükeniyordu. Ancak onlar olmaları gereken yere geri döndüklerine her şey düzelecekti.

Dakikalar içinde kulübem kendi odama benzetilmişti. Zaten bir kayak odası, kenarında ise lavabo olan küçük ayrı bir odacığı olan, ufacık bir yerdi burası. Elektrik olmadığı için mumlardan yapılmış birkaç uzun ışık kulübenin içinde aralıklarla dizilmişti. Sonradan gelen hizmetçiler kaybolurken Briaten önüme gelip başını eğdi.
"Tüm istediğim bu. Her gün buraya gelip etrafı kontrol etmeni istiyorum ben aksini söyleyinceye kadar." Başını salladıktan sonra yavaşça o da yok oldu. Yorgunlukla iç çektim ve başımı koltukta geriye yasladım. En azından eğelenceli bir şeyler olsaydı.

Gözlerim yorgunlukla kapanmaya başlarken birinin varlığını kapımda hissettim. Peşini kapıdaki tıklama devam ettiren bu varlık muhtemelen Velrina ydı. Gerçekten, bu kız Ares in çocuğuydu; nasıl olurdu da bir tane bile olumsuz duyguyu etrafa yaymıyordu?
"İçeri gir." Onun duyabileceği bir tonda söyleyip ayağa kalktım. Bu kadar erken geleceğini tahmin etmemiştim.
"Şey um... wov, gerçekten hızlı yerleşmişsin. Ah evet, öğle yemeği için kafeterya ya birlikte gitmek ister misin?" Yanakları pembeleşirken omuzlarımı silkip ayağa kalktım.
"Şu anlık işime yarıyorsun, tabii." Bana gülümseyerek baktıktan sonra ikimiz kulübeden ayrıldık. İşime yaradığını söylememden rahatsız olmuşa benzemiyordu, aksine bunun hoşuna gittiğini bile söyleyebilirdim. Ne değişik bir kızı bu böyle?

kanlı ruhHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin