Herkese yeniden merhaba. Uzun zamandır aklımda olan ama nasıl başlamam gerektiğini bile bilmediğim bir kurguyla karşınızdayım. Aslında bunu yayınlamadan önce çok fazla düşündüm acaba vazgeçsem mi diye. Çünkü insanların tepkilerinden çok çekiniyorum. Ama yine de cesaretimi topladım ve bunu yayınlamaya karar verdim. Bu yolda beni destekleyen herkese çok teşekkür ederim. İyi okumalar..
Yağmur o kadar şiddetliydi ki telefonumun çaldığını bile fark etmemiştim. Sahiden ne kadar olmuştu ben buraya geleli, yağmur ne zaman başlamıştı? Telefonum ısrarla çalmaya devam ederken en sonunda pes edip açmaya karar verdim. Tam telefonu açacakken kapandı ve sonra yeniden çalmaya başladı. Ekranda gördüğüm biyolojik gereksiz yazısına bu sefer şaşırmamıştım çünkü son 1 aydır sürekli beni arıyordu. Telefonu açtığımda ise o sert sesin sahibi duyuldu.
"Saatlerdir seni arıyorum Ekin. Neredeysen hemen eve geliyorsun her şey hazır seni bekliyoruz."
İnkar etmeme izin vermeden kapandı telefon. Şimdi siz merak ediyorsunuzdur kimdi bu sesin sahibi diye. Bu ses benim hayatımı karartan adamın sesi. 17 yıl sonra zorla hayatıma giren, kendine göre "baba" olan ama benim için asla baba olamayacak adam. Annemi ben doğduktan kısa bir süre sonra terk eden ünlü iş adamı Serkan Karaca. Küçükken sokakta herkesin bana babasız diye seslenmesini sağlayan, okulda baba-kız gününde beni yalnız bırakan adam. 17 yıl sonra beni doğduğum şehirden götürmek isteyen biyolojik gereksiz. Telefonuma gelen bildirim sesiyle düşüncelerimden kurtuldum. Daha fazla beklemeyeceğini eğer hemen geri dönmezsem buraya o aptal korumalarını yollayacağını söyleyen bir mesaj atmıştı. Sanırım bu sefer gitme vaktim gelmişti eğer ben kalkıp gitmezsem o adam aptal korumalarını gerçekten buraya yollardı.
Son kez baktım ona, dokundum o mezar taşındaki Sevgi Acar yazısına, koydum başımı mezarın kenarına sanki dizine yatmışım gibi. O sırada telefonum tekrar çalmaya başladı sinirle açıp konuşmasına izin vermeden geliyorum dedim ve elime şemsiyemi alıp beni mezarlığın dışında bekleyen taksiye doğru yürümeye başladım. Bugün bu şehirdeki son günümdü. Beni almaya gelen o gereksizle beraber yeni bir hayata başlıyorduk- tabi buna hayat denirse- Taksinin arka koltuğuna oturmuş geçtiğimiz sokaklara bakıyordum. Ne kadar çok anım vardı bu şehirde. Önünden geçtiğimiz ilkokuluma baktım, bahçesine, top sahasına. İlk defa bu bahçede baba-kız gününde babamla değil de annemle olduğum için ağlamıştım. Herkes babasıyla oyunlar oynarken ben annemle beraber oynardım o oyunları. Anneme hep sorardım babam nerede diye verdiği cevap hiç değişmezdi. Baban iş seyahatinde bu yüzünden gelemiyor derdi bana. O gün o bahçede anneme sarılmış ağlarken ilk defa nefret ettim babamın işlerinden. Sonra büyüdüm ve babamın bizi arkasına bile bakmadan terk edip gittiğini öğrendim. O gün ondan nefret ettim ve bir daha anneme onu sormadım. Bu sefer de Porsuk Çayı'nın yanından geçtik. Her gece annemle yürüyüşe diye çıkıp kenarında kahvelerimizi içtiğimiz güzel Porsuk Çayı.
Annem.. Sevgi Acar. Ondan başka kimsem yoktu benim. O benim tek arkadaşım, sırdaşım, ailemdi. Okulda kimse benimle arkadaş olmazdı, beni oyunlarına almazlardı. Bende sonradan vazgeçmiştim zaten birileriyle arkadaş olmaktan. Sonra o lanet sabaha uyandım. Annemi okuldan eve döndüğümde yerde baygın halde bulduğum ve akciğer kanseri olduğunu öğrendiğimiz o güne. Doktorlara göre yapılabilecek çok bir şey yoktu. Ve annemde o gereksizi arayıp buraya çağırmıştı, ona bir şey olduktan sonra bana bakmasını istemişti. O da çok süper bir baba olarak bunu kabul etti. Annemin durumu günden düne daha kötü olmaya, vücudu tedaviyi kabul etmemeye başladı. Yapılabilecek bir şey kalmamıştı aradan 4 ay sonra ise annemi kaybetmiştim. Benim hayattaki ilk ve tek arkadaşım olan, her şeyimi anlattığım sırdaşım, ailem gitmişti. Beni bu gereksize bırakıp melek olmuştu. İlk zamanlar benim için çok zordu annemin öldüğünü kabullenememiştim. Annemle her gün yaptığımız gibi 2 tane kahve alıp Porsuk Çayı'nın kenarında saatlerce oturmuştum. Tabi biyolojik gereksiz her gün arayıp artık beni alacağını söylemeyi ihmal etmiyordu. Annem bana hayata kim olduğumuzu öğrenmek için geldiğimizi söylerdi. Sahi kimim ben? Ünlü iş adamı Serkan Acar'ın kızımı? Hayır hiç sanmıyorum. Ben Ekinim işte sadece Ekin. Babasız büyüyen, sokaktaki çocuklar yüzünden sürekli ağlatılan kızdım ben. Şimdi ise doğduğum, büyüdüğüm bu güzel şehirden gidiyorum. Taksinin sokağımızın başında durmasıyla düşüncelerimden sıyrıldım ve parayı verip eve doğru yürümeye başladım. Oturduğumuz yer Tepebaşında olan küçük bir mahalleydi. İlk zamanlarda kimse bizimle konuşmazdı ama bir süre sonra annem mahalleli ile anlaşmış aralarına katılmıştı. Son kez baktım sokağımıza. Daha küçücükken diğer çocukların da beni yanlarına almaları için camına taş attığım eve, sokağın bitiminde ki o küçük bakkalımıza veda ettim. Nihayet evimizin önüne gelmiştim ve o biyolojik gereksizle göz göze geldim. Belli ki geç kalmama biraz sinirlenmişti ama kimin umurunda? Onunla konuşmadan gidip hazırladığım valizlerimi aldım ve arabanın yanına götürdüm. Geldiğimde biraz daha sakinleşmişti.
"Hazırsan gidelim mi?" dedi.
Kafamı aşağı yukarı sallayıp benim için açılan kapıdan değil de diğer taraftan bindim. Bana en fazla ne kadar sabredebilirdi bilmiyorum ama eninde sonunda beni buraya geri getirecekti. Arabaya bindiğimizde yola bizimle eşlik eden biri daha vardı sanki. Sessizlik. En sonunda daha fazla dayanamayıp şoförden radyoyu açmasını istedim. Radyoyu açar açmaz en sevdiğim şarkılardan biri çalmaya başladı.
"Bir yol var ama her yerde tuzak
Bir yol daha var, dönmek de yasak
Deryaya yakın dünyadan uzak
Deryaya yakın dünyadan uzak"
Bu annemin en sevdiği şarkılardan biriydi. Evde temizlik yaparken sürekli bu şarkıyı açardık. Onu kaybetmeden öncede beraber bu şarkıyı açıp söylemiştik. Tabi o zaman annem hastane yatağında yatıyordu ben ise onun elini tutmuş bu şarkıyı söylüyordum. Anneme göre sesim çok güzeldi ama ben o kadar güzel olduğunu düşünmüyordum.
"Yine gözümüz yükseklerde
Hayat geçiyo' perde perde
Doydum, artık bana müsaade
Bir yol bulalım dünyadan uzak"
Sinan Kaynakçı nakaratı tekrar söyledikten sonra şarkı bitti. Sonra radyoda başka şarkılar çalmaya devam etti. Başımı kaldırıp camdan bakınca dışarıda kar yağdığını fark ettim. Çok güzel yağıyordu yerler yavaş yavaş beyaz olmaya başlamıştı. Annemle beraber camının önüne geçer, elimize sıcak çikolatalarımızı alır saatlerce oturup lapa lapa yağan karı izlerdik. Ben bunları düşünürken göz kapaklarım yavaş yavaş kapanmaya başladı. En son hatırladığım şey Kaan Tangöze'nin radyodan gelen sesiydi sonra kendimi uykunun kollarında buldum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÜZ YAĞMURU
Teen FictionAnnesini kanser yüzünden kaybeden Ekin, onu doğduğunda terk edip giden babasıyla birlikte yaşamak zorunda kalır. Ne aşkı ne de dostluğu daha önce bilmeyen Ekin, yeni hayatında her ikisinide öğrenecektir. "Sen yokken bu kapkaranlık lunapark gibiydim...