Bölüm 2

13 2 0
                                    


"Böyle alırlar hesabını işte Fatma Hanım!" diye söyleniyordu Mustafa evden çıkarken. Aklını Nazar'ın süt beyaz teni, uzun ince boynu ve güneşin her daim vurduğu o kumral saçları istila etmişti. Nazenin vücuduyla, nikâhına alacağına adı gibi emin olduğu Nazar'ın kendisine üzerinde köpüğü, bol źekerli Türk kahvesini gümüş tepside sunarken öne, ona doğru eğilişi; eğilirken ortaya çıkan pirüpâk gerdanını ve o an o saniye kucaklayıp her tarafını öpücüklere boğma isteği taşıyordu içinden. "Az kaldı Nazar'ım. Hele şu deyyusu postalayalım da bir köyden!" İç geçirerek ilerlemeye devam etti. Nasıl da öfkeden deliye dönmüştü Öğretmen Halil'le Nazar'ı boş sınıfta koyun koyuna görünce. Ah, ah... Yanlış kapıya denk düşmüştü bu Halil. Sorulacaktı hesabı elbet.

Peyderpey attığı adımları Gülümser Kadın'ın evinin önünden geçerken iyice yavaşlamıştı. İçerden yükselen seslere durup, kulak kesilmişti. Evin içinden ayyuka çıkan ses bir kadının çığlığı, feryadı, haykırışıydı. Mustafa durdu. Elinde çekmeye hırsla devam ettiği tespih de duraladı. Bu ses Gülümser Kadın'ın sesiydi.

Cansiparâne bir tavırla bahçe kapısını açıp eve daldı Mustafa. İçeri girer girmez gördüğü manzara kanın çekilmesine sebep olmuştu. Gülümser Kadın henüz kırkı çıkmamış bebeği Zühre'nin beşiği üstüne abanmış, hıçkırıklarına karışan bir takım sözler sarf ediyordu. Kendiyle beraber içeriye doluşan kadınlara baktı; hepsi bir elleri yüreklerinde korku dolu gözlerle izliyordu Gülümser Kadın'ı. Allah kimseye yaşatmasındı bu acıyı. Mustafa kazık gibi dikildiği yerden zoraki olarak hareket edip Gülümser Kadın'ın yanına koştu. Bebeğin üzerine abanmış hıçkırıklar içinde ağlıyordu. Mustafa beşiğe yaklaşınca gördüğü et parçası ona attığı adımı duralattı. Zavallı yavrucak, gözleri yumulu, mosmor kesilmişti yattığı yerde...

"Nasıl oldu Gülümser Kadın?" diye sordu Mustafa tülbendi saçlarından kaymış bu acılı anaya bakarak.

Gülümser içini çekti. Ciğeri yanıyordu, kalbi paramparçaydı...

"Bilmiyorum Mustafa emmi..." Bir kere daha içini çekti seslice. "İçerdeydim, namaz kılıyordum. Vallaha bilmiyordum..." gözlerinden pıtır pıtır aşağı düşen yaşlar Mustafa'nın bile kaskatı kesilmiş yüreğini bir an olsun yumuşatmıştı. "Farzını kılmadan önce bir bakayım dedim..." İşte o an dayanamadı Gülümser. Zorlukla bastırdığı hıçkırıklar tekrar kaçtı boğazından. Mustafa yutkunup geri çekildi; dakikalardır yalı kazığı gibi dikilen köylü kadınlarına sert bir bakış attı. Bakışlarında emir vardı. "İlgilenin şu kadınla!" diye bağırıyordu göz bebekleri.

Evden seri bir şekilde çıktı Mustafa. Yan evin çocukları kapının önünde birikmiş içerden gelen bu seslerin sebebini kestirmeye çalışıyorlardı.

"Len, Ahmet, gel yanıma!" diye el ederek çocuklardan birini yanına çağırdı Mustafa.

"Buyur Mustafa emmi?" Tekne kazığı dedikleri Ahmet koşarak geldi Mustafa'nın yanına.

"Koş haber et Bakkal Fahrettin'e. Başı sağ olsun, bebeleri onlara ömür." Aldığı bu mühimmatla Ahmet bir iki saniye duraklasa da böyle bir görevin kendisine verilmiş olmasının gururuyla koşarak ayrıldı yanından Mustafa'nın.

İkindi güneşinin üzerine vurduğu çocuklar kendi aralarında mırıldanıyorlar, kaş göz işaretleri yapıyorlardı birbirlerine. İçerden gelen ve dinmek bilmeyen feryatlar onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Yeni bir olay vuku bulmuştu ya var mıydı onlardan şeni!

*

Sessizdi. Kupkuru sessizlik çöreklenmişti etrafa. Neyin uğursuzluğuydu bu? Neyin acısı? Gülümser Kadın içine akıttığı gözyaşlarıyla sulamıştı yavrusunun mezarını. Küçücük bedeni yakışmış mıydı o kefene? Toprak kokusu ne kadar güzelse, ne kadar insanın oradan gelip yine oraya gideceğini fark ettirse de insana neydi bu sabinin günahı? Daha ona doyamamışken, kokusunu içine çekmelere kıyamamışken... Zühre, yıldız; Çoban yıldızı. Yıldız gibi parlak olsun geleceği diye koymuştu bu adı ona. Olamamıştı ama... Fahrettin bebenin kız olmasından mıdır nedir ehemmiyet göstermeyip, ismini kendisinin verebileceğini söylemişti Gülümser'e. Nasıl sevinmişti ama. Dünyalar onun olmuştu!

Yine de kızıyordu Fahrettin'e. Daha gözyaşları kurumadan soluğu bakkalda almıştı. Sanki kendi evladını değil de başka birini gömmüştü toprağa, başka birinin üzerine kürek sallamıştı...

Gözlerinden akan yaşları usulca silip etrafa bakındı Gülümser. Buralarda yalnız başına olduğundan emin olmak istiyordu. Görünürde yalnızdı; kimsecikler yoktu ondan başka. En azından o öyle olduğunu zannediyordu; çünkü ağaçların arkasında onu izleyen Suna'dan haberi yoktu. Gizlendiği yerde huzursuzca kıpırdadı Suna. Yaptığı ne kadar doğruydu bilmiyordu ama Zühre Bebek'in ölmesiyle onun gördüğü rüyanın bir ilişkisi vardı; olmalıydı. İki gündür içini istila eden bu kuruntu küçük Suna'nın bedenini kemirip duruyordu. Neden takip ettiğini de bilmiyordu oysa Gülümser Kadın'ı. Sadece içinde bir yerlerde dur durak bilmeden konuşan o sesin böyle yapmasını söylediğinin farkındaydı. Mecburen o melun sesi dinlemek zorundaydı; çünkü kendini sorumlu addediyordu bu işte.

Gülümser Kadın, yeleğinin cebinden küçük dua kitabını çıkarıp, mırıldanarak okumaya başladı. Biteviye devam eden bu dua okuma işlemi Suna'yı sabırsızlandırmıştı. Tam çekip gidecekti ki Gülümser Kadın dua kitabını ihtiyatla kapatıp, tekrar yeleğinin cebine koydu. Ellerini Zühre'nin toprağında gezdirdi yavaşça. Suna'nın sabırsızlığı katbekat artmıştı.

"Bunu buraya gömüyorum. Bak, şu akçaağaç'ın altına." Suna'dan habersiz, Suna'nın tahammülsüzlüğünü sonlandırmak ister gibi cebinden bir kese çıkardı Gülümser Kadın. "Bana rahmetli anacım verdiydi, güya ben de sana verecektim ya... Nasip değilmiş yavrum." Duraksadı. Kelimeler ağzından tane tane dökülüyordu. "Bir de sır var, bir sır. Keşke o gün kör olaydım da görmeseydin o namussuzları!" Sesine bu sefer sitem hâkim olmuştu. "Burada, hepsi bu kesenin içinde. Bilmek omuzlarımda ağır bir yük artık taşıyamadığım. Bundan sonra ben değil bu ağaç ortak olsun sırlarına. Yerinden usulca kalktı, akçaağaç'ın dibine bir çukur eşeledi ve keseyi oraya gömdü.

Gülümser "Selamünaleyküm" deyip girdiği mezarlıktan "Aleykümselâm" diyerek çıkarken orada Suna'nın da olduğundan, onu izlediğinden ve artık sırrından yarım yamalak, bölük pörçük de olsa başka birinin daha haberi olduğundan bihaberdi.

Kuşlar Da ÖlürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin