Bölüm 5

6 1 0
                                    


Yelkovan altıyı, akrepse on birin tam üstünü gösterirken bu ikiliden bağımsız son sürat arkasında bıraktığı manidar tik taklarla küçük ibre saniyeleri peşi sıra sürükleyip başı sonu aynı olan çemberin bilindik mekanizması içinde yol alıyorken gözlerini bu zaman yarışının yekpareliğinden ayırıp yanında oturan Nazar'a döndü Öğretmen Halil.

"Eh," dedi derin bir nefes alıp, iki saattir önlerinde açık olan defteri bir hamlede kapatarak. "Bu günlük bu kadar yeter. Az sonra bizim yerden bitmeler de okul zili çalmadan dayanırlar kapıya zaten." diye ekledi ardı sıra. Nazar minnetle görevi için buraya geldiğinden beri kendisine okuma yazmayı öğreten Halil'e, hem öğretmeni hem de sevdiğine gülümsedi. Halil tevazuuyla görevi için buraya geldiğinden beri kendisine okuma yazma öğrettiği Nazar'a, hem öğrencisi hem biricik yârinin gülümsemesine tebessümle karşılık verdi.

"Az kaldı," diye mırıldandı kendisine ışıl ışıl bakan terütaze bu ay parçası suretini en ince ayrıntısına kadar incelerken. Onunla geçirdiği şu kısacık zamanda yirmi iki yıllık hayatının en güzel saniyelerini, dakikalarını, saatlerini yaşıyor, hep böyle, sonsuza kadar böyle kalmak istiyordu. "Bitirdik sayılır alfabeyi." Kucağını açtı ve Nazar'ın incecik bedeninin kendisine sokulmasına müsaade etti. Toprak kokan kestane saçlarına hafifçe bir öpücük kondurup geri çekildi. Halil'in sıcaklığı Nazar'a, Nazar'ın sıcaklığı Halil'e geçip, birbirleri içre karışırken Nazar kafasını gömdüğü bu güçlü kollarda öylesine mesuttu ki. Doğduğundan beri, on dokuz yıldır yaşadığı eziyetler, dertler, kederler, onu bugünkü Nazar yapan iyi kötü tüm şeyler bile canını sıkamıyordu artık. Biliyordu çünkü iyi olacaktı, iyi olacaklardı. Kendisi daha açmadan gözlerini bu emsalsiz ve iptidai dünyaya ölen babası, henüz on altı yaşındayken veremden günbegün eriyip giden ama bir türlü iyileşmeye muvaffak olamayan gözü yaşlı, başı yazmalı anası... Okuyamamıştı, okumak için ne vakit ne de imkân olmuştu. Oysa o kadar çok istemişti ki okuyup yazabilmeyi. Kalem tutup, defter karalayabilmeyi...

"Zoraki olarak, görev sürenin bitmesini iple çekerek gelmiştin bu köye." dedi Nazar başını yavaşça kaldırıp Halil'e bakmaya çalışarak. Halil kaşlarını çatmış onun ne diyeceğini merakla bekliyordu. Devam etti Nazar kolları arasından çıkmadan.

"Zorunluluğun biteli çok oldu Halil. İstersen şehirdeki bir okula isteyebilirsin görevini. Neden gitmedin hâlâ?"

Halil'in bu soruyu nicedir beklediği o kadar aşikârdı ki... İç çekerek Nazar'ın omzunu kavradığı parmaklarını sıktı ve "Mutluyum çünkü burada Nazar. Sen varsın, öğrencilerim var, köylüler var..." diyerek cevapladı Nazar'ı.

"Görevini daha iyi yapmak için, daha fazla şey öğrenmek için fırsatın var ama-" Kendini geri çekerek Nazar'ın sözlerini kesti Halil.

"Ben daha fazla öğrenmek istemiyorum ki... Mutluyum ben sizlerle. Bak," dedi masanın üzerindeki içi su dolu cam bardağı avuçları arasına alarak. "Bu bardak dolu. Sen bu bardaktaki suyu içiyorsun ve o sana yetiyor. Daha fazla almayacağını biliyorsun çünkü. Ama bir de bu bardaklardan üst üste kocaman bir bardak olduğunu düşün. İşte o zaman içindeki su sana yetmez. İçini doldurmak istersin, dolu gözüksün istersin. İşte bilmek, öğrenmek de böyle. Sürekli yeni bir şey öğrenmek için beklenti halinde, doyumsuz bir vaziyette boş olan bardağı sonuna kadar doldurmak istersin zihninin alabildiği, öğrenme gücünün yetebildiği hudutlara kadar. Ama burada hiçbir şey öyle değil Nazar. Kimsenin fazladan bir telaşesi yok hayattan, kimse beklenti içinde değil. Yaşayıp gidiyorlar günlerin, haftaların, ayların, hatta yılların yeknesaklığında. Bilmiyorum, belki de ben yanlış düşünüyorum, olabilir. Yeni şeyler öğrenmek, bilmek, farkında olmak kutsal bulduğum en üstün şeyler. Ama ben böyle mutluyum," Duraksadı. "Seninle mutluyum Nazar." Nazar'ı alnından bir kere daha öpmek için eğilmişti ki zil olanca gücüyle çalmaya başladı. Gülerek geri çekildi Nazar. El sallayıp, küçük çiçeklerin siyah kumaş zemininin üzerinde dalga dalga salındığı şalvarı uçuşa uçuşa çıktı sınıftan.

O gün sarı beyaz duvarlarıyla okuldan çıkarken Halil'den kalan bir şey daha kazımıştı aklına Nazar. Öğrenmek suyun olmadığı yerde deniz suyu içmek gibiydi. İçtikçe susardın, susadıkça içerdin. Ve bu döngü aynı bir saatin akrep ve yelkovanı gibi ardı sıra bir çember içinde başı sonu belli olmadan, durmaksızın sürüp giderdi.

*

Mavi önlüğünün altına giydiği lacivert okul pantolonunun ceplerine ellerini sokuşturmuş ayağının ucuna gelen taşları ileri doğru savururken kendisiyle beraber yürüyen Sündüs'e baktı Bekir. "Sınıftaki kimse fark etmedi seni." dedi Sündüs'e yandan bir bakış atarak. Ev yolundan sapmış yokuş yukarı çıkıyordu. "Bilmem," diye omuz silkti Sündüs. "Nereye gidiyorsun?" Bekir hızlı adımlarla ilerliyordu. "Kocaman bir çınarı vardır köyümüzün. Orayı gör istiyorum. Sizin Cemşiahu diyarından güzel midir bilmem ama... " Bekir sözlerini tamamlamadan çınar ağacının oraya gelmişlerdi. Nitekim umdukları gibi boş değildi dallarının altı. Şu Süt Beyaz Fatma dedikleri kadının dilsiz kızı Suna ayaklarını bağdaş yapmış dudaklarını oynatarak karşısında biri varmış gibi konuşuyordu. Konuşmuyordu aslında, dudakları mırıl mırıl hareket ediyordu sadece. Tereddütlü bir şekilde Sündüs'e döndü Bekir. Bu kız Sündüs'ün yabancı olduğunu anlayacaktı elbet.

*

"Gerçekten korkmadın mı Cemşiahu diyarından buralara kadar gelirken. Ya yolda eşkıyalar, at hırsızları ve daha bir sürü serseri saldırsaydı sana." diye sordu düşünceli gözlerle karşısında oturan kızın ağzından çıkacak her bir kelimeyi gözünü kulağını dört açmış, hayretle ve merakla dinlerken Suna. Neresiydi bu Cemşiahu dediği yer? Hiç duymamıştı. Daha köyden bir adım dışarı çıkamamış biri için ne büyülü bir yerdi burası oysa.

"Korkmadım ki," dedi kıkırdayarak Sündüs. "Burayı çok merak ettim hem." Sündüs'ün kıkırdamasına o da kıkırdayarak karşılık verip "Biliyor musun Don Kişot gibi savaşırdın hepsiyle. Belki yel değirmenlerine bile savaş açardın." dedi önüne döndüğünde. "Sen Don Kişot'u okudun mu?" Sündüs hayretle yanında oturan bu kıza bakıyordu. "Yooo, nerde okuycam. Okula göndermedi ki anam, dilsiz sanıyor tüm köy beni. Bir kere anam evde yokken radyoyu açmıştım gizli gizli, orada bir erkek sesi Don Kişot'u okuyordu. Orada dinlediydim." Elleriyle yerdeki toparlak olmuş toprakları birbirinden ayırıp oyalanırken bakışlarını yerden kaldırıp karşınsa dikince şaşkınlıktan dili tutulacaktı neredeyse. Karşısında dört gün evvel anası ölen Bekir dedikleri şu çocuk vardı. Okuldan çıkmış olsa gerekti çünkü üzerinde mavi önlüğü ve okul pantolonu kendisine dikmişti bakışlarını. "Eyvah" dedi içinden Suna Sündüs'e dönerken. Bu çocuk Sündüs'ün yabancı olduğunu anlayacaktı illaki.

*

Bir süre ikisi de seslerini çıkarmadan bakıştılar. Suna'nın "bu kız kim" diye elleriyle işaret etmesini bekledi Bekir. Bekir'in "bu kız kim?" diye sormasını bekledi Suna. Ama ikisi de konuşmadan birbirlerine öylesine baktılar. En sonunda başıyla selam verip arkasını döndü Bekir. Geldiği yönün tersine yürümeye başladı. "Seni görmedi." dedi kendisini takip eden Sündüs'e. Bekir arkasını dönüp yürümeye başlayınca "Seni görmedi." diye mırıldandı Suna yanında oturan Sündüs'e.

Kuşlar Da ÖlürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin