Bölüm 13

6 1 0
                                    

Yarım saat önce Nazar'ın eline "bitti" diye pür neşe tutuşturduğu Çalıkuşu romanıyla sınıfa girdi Halil. Mavi önlükleri dışarıda oynamaktan tozlanmış, soğuktan hastalanmış ve sürekli burunlarını çeken öğrencileri büyük bir saygıyla kalktılar ayağa.

"Günaydın çocuklar!" dedi tüm sevecenliğiyle Halil. Bunca zor koşullara ve imkânsızlıklara rağmen şimdi, şu sınıfta bulunan ve gözlerini dört açmış kendisini izleyen her bir çocuk birer pırlanta değerindeydi onun için. Hava soğuktu. Sobalar yakılmaya, kış üç ay boyunca ağırlanmaya hazırlanmıştı. Gerçi henüz kar yağmamıştı ama o da yakındı. Hava sert rüzgârlara kesmişti. Bu gün yarın yağardı kar da. Böyle bembeyaz, uçuş uçuş... Kar yağarsa ölüm de terk ederdi belki Kadıgüllü köyünü. Eder miydi? Ederdi, ederdi. Sabah toprağa vermişlerdi köyün gencecik bir kızını. Kendisi katılmamıştı cenazeye ama Nazar'dan işittiğine göre kız düğünden bir gün evvel, kına gecesi fistanıyla asmış kendini. İçi yandı Halil'in, derince bir nefes aldı ve kendisine gür sesleriyle cevap veren öğrencilerine odakladı bakışlarını.

"Günaydın öğretmenim!" Hepsinin yüzünde ayrı ayrı zaman geçirdikten sonra elindeki kitabı masaya koydu. Yine gelmişti aklına Nazar. Köyü saran bu kara dumanları dağıtmak, köy halkını azıcık neşelendirmek için bir haftaya kalmaz düğün kararı almışlardı. Azıcık durulsun şu olaylar teker teker tüm ahaliye haber edecekti bu düğün işini.

"Bugün farklı bir şeyler yapalım diyorum, ne dersiniz?" diye sordu tüm sınıfa. Öğrenciler meraklanmıştı, kıpırdanmaya başladılar.

"Günlük yazalım bugün." dedi onların heyecanına ortak olarak Halil.

"Günlük mü?" derken kaşlarını çatmıştı öğrencilerden Zülfü.

"Günlük ne Halil öğretmenim?" diye sordu Zülfü'yü takriben kara gözlü, kara saçlı Bilge.

"Günlük," dedi ve devam etti. "İnsanların gün içerisinde neler yaptığını, nasıl hissettiğini yazdığı yazılardır. Siz de bugün neler yaptığınızı, mutlu mu, üzgün mü, kararsız mı olduğunuzu defterinizin bir sayfasına tarihi atmak koşuluyla yazacaksınız. İster misiniz?"

Yazı yazmakla pek araları olmayan öğrenciler bir an duraksadılar. Sonra da farklı bir şey yapacak olmanın sevinciyle "İsteriz, isteriz!" diye bağırıştılar.

Gülümseyerek, "Tamam, tamam." dedi öğrencilerini dizginlemeye çalışarak Halil. "Açın defterinizin bir sayfasını bugünün tarihini de atarak yazmaya başlayın bakalım."

"Siz okuyacak mısınız bunları öğretmenim?" Bu soru da sınıfın en haşarı çocuğu Akif'ten gelmişti. "Olur, mu hiç öyle şey?" dedi Halil. "Günlük kişiye özeldir. Sahibinden başka kimse okuyamaz."

Nedensiz bir şekilde kapıldıkları gizem duygusu öğrencileri daha da bir yazmaya sevk etti ve her biri uçları kalemtıraşla yeni yeni açılmış kurşun kalemlerini bembeyaz çizgili defterlerinin üzerinde oynatarak ilk günlüklerini yazmaya başladı.

Halil masasına oturdu. İçerinin soğumaya başladığını hissetti, kalktı okulun arkasından odun doldurdu kovaya geri döndü sınıfa. Öğrenciler hararetle yazıyorlardı, kaybetmişlerdi kendilerini. Odunları sobaya atarken "Kendinizi tanıtmayı unutmayın günlüğe ki dostunuz da sizi tanıyabilsin." dedi. Odunları attıktan ve alevi harladıktan sonra tahta sıraların arasında gezinmeye başladı öğrencilerinin neler yaptığına bakmak için. Zülfü ilk satırları doldurmuştu.

"... Anam bir bazlama yaptı sabah çayla bir yemişim ki onu yağlı ballı..."

Gülümsedi.

Bir başkası da şöyle yazmıştı.

"...Derse girmeden hava soğuktu top oynadık, terlemişim. Halil öğretmen sınıfa topladı bizi, ama kızmadı. En güzel öğretmen o."

Seviyordu çocukları, köy halkını, burayı.

Hiç sesi soluğu çıkmayan öğrencisi küçük Besime'nin yanından geçerken gözüne ilk satırlar takılıverdi. Gözüne çarpan kısım onun orada biraz daha oyalanıp yazının devamını da okumasına neden olmuştu. Belli etmemeye çalışarak okudu eciş bücüş bir yazıyla yazılan satırları:

"Bir sırrım var günlük. Benim bundan önce de bir hayatım vardı, biliyor musun? Çopar'dı köyümüzün adı. Yeni evli, 8 aylık hamile bir kadındım. Adım da Rümeysa idi. Eşimle hep kavga ederdik. Altınlarımı bozdurup kamyon almak istiyordu. Beni sürekli dövüyordu. Bir gün yine altınları istedi, karşı çıktım; dövdü. Evin damındaydık, kocam beni itti, aşağı düşüp öldüm. Ama geri döndüm, şimdi adım Besime Zorlu ve 12 yaşımdayım."

Kanını çekilmişçesine ne yaptığını bilmeden orada dikilirken küçük Besime yavaşça kafasını ona çevirdi, göz göze geldiler. Bakışlarını ayırmadan birbirlerinden gülümsedi Besime'ye; daha doğrusu gülümsemeye çalıştı. O da ona gülümsedi.

"Öğretmenim bitti!" diye atıldı bir ses sınıftan. Besime'den geri çekip bakışlarını sesin geldiği yöne doğru ilerledi. Aklında onlarca soru. Düşünüp durdu. Başka birinden duysa dayanamayıp gülerdi oysa şimdi kendi başına gelmişti. Çocuktu bunlar en nihayetinde. Hayal etmeye meraklı, bir şeyler kurmaya sabırsız... Bir kere daha kaldırdı kafasını ve gözleri kendini takip eden Besime ile buluştu.
Yutkundu.

Kuşlar Da ÖlürHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin