"Sanırım duş almalıyım, Tanrım. Daha önce hiç randevuya çıkmadım ki biriyle..."
Hendery oflaya puflaya ne giyeceğini düşünüyordu. Dejun evden ayrılmadan önce Hendery'yi bir yerlere içmeye davet etmişti yaklaşık bir hafta sonrasına ama Hendery şimdiden hazırlık yapıyordu.
"Sanırım çok abartıyorum. Bir hafta daha var ve ben şimdiden kıyafet seçiyorum..."
En sonunda üstüne tuttuğu ve nereden geldiğini anlamadığı siyah eteği dolabına tıkıştırdı.
"Benim eteğim bile yok, bu ne anasını satayım?"
Kendi kendine somurtarak dağıttığı odasını -her yerde kıyafetleri vardı çünkü düzgün bir kombin yapmaya çalışmıştı tam iki saat boyunca- toplamaya başladı. O sırada odasının kapısı tıklatılmış, ardından içeri Ten girmişti.
"Hendery, iyi misin?" diye şefkatle sordu.
Kendi adını ev sahibinden duyan genç bakıcı, gülümseyerek onu onaylamıştı.
"Yalnızca etraf biraz dağınık, topluyordum da... Bir nevi temizlik yapıyorum diyebiliriz. Bir şey mi oldu, Ten ge?"
"Hiç, yalnızca Yang'ı dışarı çıkarmak ister misin diye soracaktım. Benim Kun ile bir işim var da..."
"Tabii ki ge, hemen geliyorum." Hendery, sevimli ev sahibi gidene kadar nazikçe gülümsedi, ardından üstüne daha spor kıyafetler geçirip odasından ayrıldı. Ten ve Kun'un yapacakları işi az çok tahmin edebiliyordu, bu yüzden onların yatak odasının önünden hızlıca geçmişti, bir yandan kıkırdıyordu. Ten ve Kun gerçekten sevimli bir çiftti.
Yangyang'ın odasına girdiğinde bebeğin sallanan sandalyede oturduğunu görmüştü. Sandalye hafifçe sallanıyordu ve... Yangyang ağlıyordu?
"Siktir, bu da ne böyle?"
Hendery, sallanan sandalyeyi durdurup Yangyang'ın önünde diz çöktü. Bebeğin gözlerinden yaşlar akıyordu ve lanet olsun ki bakışları hâlâ aynı donukluktaydı. Hendery korka korka dokundu bebeğin gözyaşlarına.
"Tövbe demeyi çok isterdim..."
Kendi kendine mırıldandı, korkmuştu. Tam odadan ayrılacakken Yangyang'ın yanağına bir damla daha düştüğünü gördü ama yukarıdan.
Hendery başını dikkatle yukarı kaldırdığında tavanın aslında su sızdırdığını ve Yangyang'ın yanaklarına damlaların düştüğünü görmüştü.
"Tanrım... Ödüm koptu!"
Gerçi başka ne beklemişti ki gerçekten? Porselen bir bebeğin ağlamasını mı?
"Gerçekten kafayı yiyorum."
İç çekip Yangyang'ı kucakladı, ardından bahçeye ilerledi büyük adımlarla. Bahçedeki büyük damla salıncağa koydu bebeği ve yanına oturdu. Hava soğuk olsa da güneşliydi, Hendery ürperdiğini hissetti.
Salıncakta Yangyang ile beraber sallanırken yanlarına yaklaşan uzun boylu, mavi saçlı genç bir adam çekmişti dikkatini. Dikkatle adamı süzdü. Adamın fazlasıyla çekici bir yüzü ve kaslı bir bedeni vardı. Gözleri, onun gözlerini bulduğunda utanarak kaçırmıştı bakışlarını.
"Sen yeni bakıcı mısın?"
Mavi saçlı, Hendery'ye yaklaşıp gülümsemişti hafifçe.
"Beni buralarda hep göreceksin, malikanenin güvenliğinden sorumluyum ve Kun ge'nin yakın arkadaşıyım, yani benden korkma derim." derken Yangyang'ın önüne çöküp onun saçlarını karıştırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yedi renkli kamelya // wayv ✔️
Fanfiction[bxb] Hendery, yanında yaşayacağı ailenin küçük çocuğuna bakıcılık yapmak için evinden ayrılmıştı. Keşke hep evinde kalsaydı, hiç gitmeseydi o ailenin yanına... { Yedi Renkli Çiçek serisinin 3. kitabıdır. } ⚠️ Kitapta kan vb. şeyler içeren sahneler...