Hendery Yangyang'ı odasında bulalı bir hafta geçmişti. Hatta sonradan Dejun ile çıktığı randevuda olanları ona da anlatmıştı ama Dejun ona inanmak yerine imalı imalı sırıtmayı tercih etmişti.
Şimdi de kendi odasında oturmuş kitap okuyordu sesli bir şekilde, Yangyang da yanındaydı.
Hâlâ aklı almıyordu... Yangyang nasıl kapalı mutfak kapısından çıkıp odasına gidebiliyordu? Bunu Ten ve Kun'a anlattığında ikisi de Hendery'ye inanmamış ve işi bırakmak için bahane uydurduğunu sanıp üzülmüşlerdi. Hendery de bu güzel çifti daha fazla üzmemek için konuyu bir daha açmamıştı.
Bu olayı Lucas'a dediğinde, genç güvenlik görevlisinin cevabı oldukça tuhaf olmuştu.
"İşte bu yüzden Yangyang'ın çok sıkıntı çıkardığını söyledim."
Aynı bunları demiş, ardından Hendery'nin daha fazla soru sormasına izin vermeyip koşar adım ondan uzaklaşmıştı.
Hendery dalıp gittiğini ve kitabı okumayı unuttuğunu fark ettiğinde boğazını hafifçe temizleyip okumaya devam etti.
"-Karşısına, siyah mini etek ve beyaz bir gömlek giymiş, elinde mavi bir dosya bulunan, saçları topuz yapılmış güzel bir genç kadın çıktığında şaşırdı. İş kadını gibi duruyordu. Göz göze geldiklerinde kadın ona sevecen bir şekilde gülümsemişti.
'Efendim, çok gençsiniz!' Enerjik bir sesle konuştu Seulgi ve odaya daldı."Evet, yine Mavi Gül'ü okuyordu Hendery. Hatta kitabın ana karakterinin adı da Ten'di ama sevgilisinin adı Johnny'ydi. Bahsedilen Seulgi karakteri de Ten'in arkadaşı sayılırdı.
"Bu kitapta en sevdiğin karakter var mı, Yangie?" diye sevecen bir şekilde sordu genç bakıcı. O sırada odanın duvarından bir tıklama sesi gelmişti. Hendery kitabı kapatıp sesin geldiği yöne, yani odanın dibine yürüdü.
Duvar kağıtlarından birinin biraz yırtık olduğunu gördüğünde şüpheyle kaşları havaya kalkmıştı. Kağıdı yavaşça yukarı kaldırdığında ise gördüğü şey oldukça tuhaftı: bir delik vardı.
Sanki birisi yıllarca orayı tırnaklamış ve sonunda bir delik açmış gibiydi, yetişkin bir insanın geçebileceği büyüklükte.
"Eğer bu delikten içeri girersem ne olur?"
Genç bakıcı cevabı biliyordu. En fazla fareler ve böcekler ile karşılaşırdı, bu deliği de onlar yapmış olmalıydı. Hadi ama, başka ne olabilirdi ki?
Hendery biraz zorlanarak da olsa deliğin içine girdiğinde oldukça şaşırmıştı çünkü delik tıpkı bir tünel gibi uzayıp gidiyordu. İşin iyi yanı ise aydınlık sayılmasıydı, evin duvarlarından sızan güneş ışıkları deliği aydınlatmış ve ısıtmıştı.
Nefes alma konusunda biraz sıkıntı yaşasa da -çünkü gerçekten oldukça tozluydu etraf- tünelde ilerleyebildiği için sevindi. Bu tünelin ucunun nerede olduğunu çok merak ediyordu ve bulmadan da geri dönmeyecekti.
Yaklaşık on dakika boyunca gezdi, artık dizleri sızlamaya başlamıştı emeklemekten. En sonunda karşısına bir başka duvar kağıdı çıkınca heyecanla oraya yürüdü. Kağıdı yırttığında farklı bir odaya çıktığını anlamıştı- ki bu da içindeki heyecanı ikiye katlamıştı.
Odaya biraz yuvarlanarak -aslında tepetaklak- girdiğinde kafası acısa da ses çıkarmadı, ayağa kalkıp üstündeki tozları silkeledi.
"Aman Tanrım." Sesi fazlasıyla kısık çıkmıştı.
Çünkü girdiği oda Yangyang'ın odasıydı.
"Bu da ne demek oluyor?!" diye fısıldadı kendi kendine. O sırada evde Kun ve Ten'in olmadığını hatırlamış, Yangyang'ın odasından fırladığı gibi mutfağa girmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
yedi renkli kamelya // wayv ✔️
Fanfiction[bxb] Hendery, yanında yaşayacağı ailenin küçük çocuğuna bakıcılık yapmak için evinden ayrılmıştı. Keşke hep evinde kalsaydı, hiç gitmeseydi o ailenin yanına... { Yedi Renkli Çiçek serisinin 3. kitabıdır. } ⚠️ Kitapta kan vb. şeyler içeren sahneler...