Bölüm 7

51 17 10
                                    

İhtiyatlı bir şekilde eğilip elini omzuma koydu. "İyi misiniz?"

Baş ağrım birden hafifledi. Yeşil gözlerini bana dikmiş bakarken bir anda sıkıntım eriyip gitti. O gözlere doğru çekildiğimi hissediyordum. Bakışları fazla tanıdıktı. Sanki başka bir hayatta karşılaşmış tanışmıştım onunla. Soğuktan ya da heyecandan bilmediğim bir nedenden ötürü vücudum titriyordu. Başım dönmeye devam ediyor gözlerim kararıyordu. Yer dizlerimin altından kayarken gözlerimi açık tutmaya çalışarak son kez ona baktım. Yüzünü aklıma kazımak istiyordum. Vücudumla birlikte zihnim de tükenmişti yavaşça bilincimi kaybederken kendimi bir bilinmezliğin kucağına bırakıyordum.

Bazen hayatımız öyle yönlere gider ki bu akışa müdahale edemeyiz. Ne durdurabiliriz ne de yön verebiliriz. Şu anki durumumu tam olarak nasıl tanımlayabilirim bilmiyorum. Sanki ben değildim bu. Sanki sadece oturup uzaktan kendi hayatımı izliyordum. Yaşamıyordum.

Kaç saat uyudum -ya da baygın kaldım- bilmiyorum. Vapur iskelesinin karşısındaki banklardan birinde terler içinde uyandığımda sabah güneşi tüm yakıcılığıyla tepemdeydi. Kelimenin tam anlamıyla sırılsıklamdım. Yapış yapış ter tüm vücudumu sarmıştı. Tabii böylesine terler içinde kalmamın en büyük sebebi temmuz sıcağında deniz kenarında paltomla yatıyor olmamdı. Yerimden fırlayıp aceleyle gözlerimle çevreyi taradım. Alışık olduğum bildiğim her zamanki düzenindeydi. Sabahın erken saatleri olmalıydı etrafta fazla insan yoktu. Sahilin kenarına dizilmiş birkaç seyyar satıcı ve sabah sporuna çıkmış koşu yapan iki kişiden başkası yoktu. Sadece koşu yapan kadının taytına ve sporcu sütyenine bakarak bile geçmişte olmadığımı anlayabilirdim. Peki ya dün yaşadıklarım? Rüya mıydı yani? Hayır rüya olamazdı. Aksi takdirde yatağımda uyanmam gerekirdi. Hayal ya da halüsinasyon? Öyle olsa bile bu neden montla vapur iskelesinde uyandığımı açıklamıyor. En son hatırladığım şey o lise öğrencisinin kucağında bayılmamdı. Beni burada öylece bırakıp gitmiş mi yani? Yardım çağıramayacak kadar kokmuş herhalde benden. Başka bir şey gelmiyordu aklıma ben uyurgezerdim. Başka bir açıklaması olamazdı. Daha fazla düşünmek istemiyordum. Biraz daha düşünürsem çıldıracaktım. Bazı belirsizlikleri düşünerek savuşturamayız beynimizden. İş içinden daha da çıkılmaz bir hal alıp insanı çıldırtabilir. Bazı durumlara insanın mantığı yetmez. Bazı durumlarda tüm saçmalığıyla her şeyi kabullenmemiz gerekir.

Neden güzel başlayan rüyalarım sonunda hep kabusa dönüyor? O söz birden nasıl aklıma geldi? Yaz sıcağında elimde paltomla yürürken evimin olduğu sokağa adamımı atana kadar bunu düşünüp durdum asfalt yolda ağır adımlarla ilerlerken bir gözün üstümde olduğunu hissediyor arada bir arkama sağıma soluma bakıp paranoyamdan kurtulmaya çalışıyordum apartmanın girişinde kapıyı arkamdan kapatıp karşıdaki asansöre ilerledim asansörün kapısı açılınca aynasıyla yüz yüze geldim. Fakat dikkatimi çeken şey kendi yüzüm değil arkamda kapının loş karanlığı altında beliren bir erkek silüetiydi. Aynı kıyafetlerle dün gördüğüm lise öğrencisiydi bu. Telaşla arkama dönüp gözlerimle girişi taradım. Yok olmuştu. Derin bir nefes alıp gözlerimi yumdum aldığım nefesi verirken istemsizce titredi vücudum. Tekrar gözlerimi açtım yeniden etrafıma baktım boşluktan başka bir şey yoktu.

Eve adım attığımda gözlerimle etrafı taradım. Her şey yerli yerindeyken nasıl bu kadar dağınık olabiliyordu? Zihnim gibi. Yıllardır yaşadığım ev artık bir yabancının eviydi sanki ya çevrem değişiyordu ya da ben değişiyordum. Bir şeyler yıkılıyordu yerine yeni bir şeylerin gelmesi için. Anlatması zordu anlaması da. Tek bildiğim artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağıydı. Sıcaktan bayılmamak ve kendime gelmek için buz dolu bir su kabına başımı sokarken Emre'nin o sözü söylediği an geldi aklıma.

"Sana verdiğim kitabı okudun mu?"

- Altını çizdiğin yerlere göz attım. Bu okumak sayılır mı?

" . "Kitaplar okurken birkaç yerin altını çizip geçebileceğin alelade nesneler değildir. Her birinin ayrı bir ruhu vardır. Kitabın bütününü okumazsan o ruhu anlayamazsın."

Her şey güzel giderken bir anı mahvetmişti rüyamı- ya da her neyse işte- nedensizce öfkeliydim. Emre kilometrelerce ötede olsa bile anıları peşimdeydi. Anılara neden öfkeliydim ki durduk yere onları aklına getiren bendim. Hayır o ya da bu değil bir insanı en çok kendisi öfkelendirebilir. En zayıf noktasını kendinden başka en iyi kim bilip ona karşı kullanabilir? İnsan en kolay kendisine düşman olur. Sürekli Emre'yi düşünmem onun değil benim hatamdı. İnsan neyi unutmak isterse en çok onu düşünür. Gözlerimi kapatıp suyun içinde nefesimi tutmuş bundan sonra ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Sonuna kadar gitmeli miydim yoksa daha fazla başımı ağrıtmadan buna bir son mu vermeliydim?

"İtiraf et. Kendine itiraf et bundan hoşlanıyorsun. İmkansızı arzuluyorsun. Daha fazlasını istiyorsun."

Bu ses de ne? Sanırım ben gerçekten deliriyorum.

"Hayır delirmiyorsun zihninin sınırlarını aşıyorsun sadece. Zihnini serbest bırakıyorsun."

Şaşkınlığım giderek katlanıyordu. Bana cevap veriyordu. Bu benim kendi iç sesim değildi. Her insan zihninde kendisiyle konuşur hatta kavga eder bazen şakalaşır ama bunu kendi düşünceleriyle yapar. Bu ses benim sesim değildi bu düşünceler de benim değildi. Ses öyle sert ve güçlüydü ki itaat etmeye zorlayan tehditkar bir tavır seziyordum tonundan.

"Aaron nerede?"

Aaron da kim?

"Öğreneceksin."

SANRIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin