3.Bölüm

279 38 37
                                    

1 Şubat 2021

     Kar, tüm şehri temizlemek istermişçesine yağıyor ve beyaz bir örtü seriyordu. Arada şiddetleniyor fırtına gibi bir hâl alıyordu ama birkaç saat geçmeden tekrar yavaşlıyordu. Oynamak için dışarı çıkan çocuk ve gençler dışında pek kimse yoktu sokaklarda. Genç adam oturduğu koltuğundan onların eğlence dolu seslerini rahatlıkla duyabiliyordu. Dışarıdan henüz geldiği için ceketi üzerindeydi. Önce ağır ağır ceplerini boşalttı. Birkaç kâğıt parçası ve anahtarları dışında bir şey yoktu. Ceketini bir çırpıda çıkarıp koltuğa düzgünce bıraktı. Şimdi, sadece biraz alkol almak istiyordu. Bu yüzden mutfağına doğru adımladı. Buzdolabının ne hâlde olduğu hakkında pek bir fikri yoktu çünkü ne zamandır evine uğrayamıyordu. En azından bir bardak bile olsa bira olması için dua ederek dolabını açtı. Ve bir şişe biranın onu beklediğini görünce sevindi. 

     Bugün ağır ağır içmek istiyordu. Bir şişeyi tek seferde bitirip tadına varamadan kendini kaybetmek istemiyordu. Üstteki dolapların bir tanesinden bir bardak aldı ve az önce kalktığı koltuğa tekrar yerleşti. Elindekilerini hemen önünde duran küçük sehpanın üzerine bıraktı. Şişeyi bir çırpıda açıp bardağına biraz doldurdu. İlk yudumu alırken bir gülümseme oluştu yüzünde. Şimdiden rahatlamış hissediyordu. Sırtını koltuğa verdi ve başını geriye attı. Gözlerini yumdu bir süre. Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Sonra aklına cebinden çıkardığı kâğıtlar geldi ve gözlerini gerisin geri açtı. Birkaç gün önce eve bir şeyler almak için uğradığında kutuları karıştırırken görmüştü onları ama bakmaya fırsat bulamadan cebine atmıştı. Anca aklına gelebilmişti bakmak. Yorgunluktan her şeyi unutuyordu öylece. 

     Oturduğu yerde doğrulup kâğıtlara baktı bir süre. Birasından bir yudum daha aldı ve elindeki bardağı masaya bıraktı. Büyük elleriyle yüzünü sıvazladı ve gözünün önüne düşen uzun siyah saçlarını geriye taradı. Sonra parmak uçları, diğer kâğıda nazaran daha parlak ve kalın görünen kâğıda uzandı. Dokunduğu an bunun bir fotoğraf olduğunu anladı. Sertçe yutkundu ve diğer yüzünü çevirdi fotoğrafın. Bakışları durgunlaştı, iki dudağı sıkı sıkıya kapandı. Dişlerini öylesine sıkıyordu ki sanki kırılacaktı. Tekrar arkasını çevirdi fotoğrafın. Hemen sağ alt köşesine bir tarih atılmıştı. 18 Haziran 2013. Sonra duvarda asılan takvime döndü bakışları. Birkaç gün geride kalmıştı ama şimdi hangi günde olduğunu biliyordu. Kalbi ağrıdı. Şans mıydı bu? Tam doğum gününde bununla karşılaşmış olması, kader miydi?

     Tekrar fotoğrafı çevirdiğinde boğazına bir yumru oturdu. Lise yıllarında çekilmiş bir fotoğraftı bu. Belli ki bir yıllıktan kesilmişti. Bir süre inceledi bu küçük kareyi. Kendisi değildi. Küçük ama bir kâğıdın üzerinde bile parıl parıl parlayan gözlere baktı. Nefesi kesiliyormuş gibi hissediyordu. Fotoğraftaki çocuğun yüzünde büyük bir gülümseme vardı ve bu gülümseme hem ağlamak istemesine hem de gülerek karşılık vermek istemesine sebep oluyordu. Baş parmağıyla okşadı beyaz teni. Sanki gerçekten ellerinin arasındaymış gibi okşadı. Bırakmak istemedi bu küçük fotoğrafı. Sonra birasından büyük bir yudum daha alıp masanın üzerindeki diğer kâğıda uzandı. Tüm bunları yaparken gözlerini bu parlayan gözlerden çekmemek için savaştı. 

     Şimdi elinde olan kâğıt eskimiş hatta sararmaya yüz tutmuştu. Katlı yerlerini açarken yırtılmaması için ayrı bir özen göstermesi gerekti. Sonunda başarıyla açtığında gördüğü şeyle bakışları sertleşti. Kalın kaşları sinirle çatıldı. Bu eskimiş kâğıdı parçalara ayırmamak için zor tutuyordu kendisini. Nefes alış verişleri öfkesiyle hızlanmıştı. Herhangi bir kazayı önlemek adına bıraktı elindekini. Masanın üzerinde öylece açık duran kâğıdı görmek onu mahvetse de çeviremiyordu kafasını. El yazısını tanımak zor olmamıştı onun için. Adı gibi biliyordu kimin yazdığını ama mesele bu değildi. Mesele, yazılan şeylerdi. Yazılan isimler.

our souls •  johndoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin