26 Haziran 2013
Tamı tamına iki hafta geçmişti Sicheng'in korkunç ölümünün üzerinden. Kimse için hiçbir şey değişmemişti aslında. Herkes çabucak dönüvermişti huzurlu hayatına. Kimse üzülmemiş, nedenini sorgulamamış arkasından iyi bir dilekte dahi bulunmamıştı. Ağızlarından çıkan tek bir şey vardı. Yazık oldu. Nasıl bu kadar tepkisiz ya da acımasız olabiliyorlardı? Emindim ki çoğu, Sicheng'in neden bunu yaptığını biliyordu. Yine de bunu önemsemiyorlardı. Sadece görmezden geliyor ve öylece devam ediyorlardı. Onlar için böylesine bir şey basitti. Ölümü hiç görmemiş gözleri her şeyi normalleştirebiliyordu. O gün, okul bahçesinin ortasında kanlar içinde yatan çocuk, zayıflığından kendini öldürmüş değildi. Ama herkes böyle görüyordu onu. Kimse, aslında onun o çatıdan itilebileceğini düşünmüyordu. Birilerinin yaptığı kötülüklerin sonucu olabileceğine ihtimal vermiyorlardı. Hayatın ne olduğunu bilmiyorlardı.
Tüm bunların yanı sıra kendime gelecek olursam, günüm ve gecem ağlayarak geçiyordu. Kendime engel olamıyor, onu düşünmekten vazgeçemiyordum. Benim hatam olduğunu söyleyip durmaktan da alıkoyamıyordum kendimi. Yorulmuştum artık. Yine de bir şekilde savaşmaya devam ediyordum. Tüm bu duyarsız insanlar gibi, bir gün ben de eski hayatıma dönecektim. Bir şekilde devam edebilmenin yolunu bulacaktım. Ölene dek bunun suçluluğunu hissedecektim her bir zerremde ama yine de yaşayacaktım. Bunun için çabalıyordum. İki haftadır hiçbir şey kullanmıyordum ve henüz hiç zorlanmamıştım. Başaracaktım. Sicheng beni her ne kadar suçlasa da onun için yapacaktım bunu. Belki onu koruyamamıştım ama aynı şeyin bir daha yaşanmasına izin vermeyecektim. Birilerinin daha Sicheng olmasına göz yummayacaktım.
Youngho Hyung ise anlamadığım bir şekilde hep benimleydi. Sabahları evimin önünde bekliyor okula benimle yürüyordu. Teneffüslerde hemen yanı başımda olmasa da bir şekilde etrafımda oluyor sadece beni izliyordu. Her bir salise gözleniyor olmak beni hiç olmadığım kadar rahatsız hissettirse de gariptir ki memnun da ediyordu. Anlamsız bir güven duygusu hissettiriyordu. Çıkışlarda evime kadar bırakmayı da hiç ihmal etmiyordu. Evime almıyordum onu, o da bu konuda ısrarcı olmuyordu. En azından bir süre yalnız kalmak istememe hak veriyordu. Babamsa arada bir eve uğruyor ama o zamanlarda da pek konuşamıyorduk. Yorgun oluyordu. Yine de onun evde olduğunu hissedebilmek bile beni gerçekten evdeymiş gibi hissettiriyordu. Babamla birlikte o dayanılmaz soğuk uçup gidiyor mayıştıran bir sıcaklık yayılıyordu. Bu sıcaklık için bile minnettardım ona.
Minjae ise bu iki haftadır beni görmezden gelmeyi tercih ediyordu. Olan bitenden kendini sorumlu tutmadığı apaçık ortadaydı. Arkadaşlarıyla gülüyor, eğleniyor, eskiden nasılsa öyle devam ediyordu. Bir katil olduğunu inkâr eder gibi yaşıyordu. Halbuki onun yeri, nefes almak için bile en ufak deliği olmayan derin bir çukurdu. Ölene kadar acı çekeceği bir yer. Polisler gelmiş birkaç kişiyi sorgulamıştı olaydan sonra. Öğretmenlerden başlayan sorgu benimle bitmişti. Anlatmak istemiştim her şeyi. Yaptıklarını ve yapmak istediklerini. Öldürene dek vurmaktan çekinmediklerini, herkesin içinde ettikleri küçük düşürücü hareketlerini... Aşağılayıcı cinsel şakalarını, hatta daha ileriye nasıl gittiklerini... Ama yapamadım. Çünkü ne olacağını biliyordum. İftira attığımı söyleyecekler ve hayatımı tamamen bitireceklerdi. Liseyi bile bitiremeden atılacaktım. Ne dersem diyeyim, ne kanıt gösterirsem göstereyim kabul etmeyeceklerdi. Yalan söylediğimi söyleyecekler ve o çatıdan beni de iteceklerdi. Diyebildiğim tek şey, bilmiyorum oldu. Bilmiyordum. Bunu dediğim için kendimden iğrenmeden edemedim ama bunu yapmak zorundaydım. İyi bir hayat yaşamak için değildi. Alacağım intikam için ufak bir adımdı sadece. Tüm bildiklerimi kendime saklayacak ve günü geldiğinde kim ne yaptıysa canından can alarak ödetecektim bedelini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
our souls • johndo
Fiksi Penggemar"Anlıyorum." O da yürümeyi bırakmış ve bana dönmüştü. Konuşurken başı aşağıdaydı. "Sanırım seni korkuttum." Onu reddetmek için ağzımı açacaktım ki yüzüme dönen bakışları beni engelledi. Dudaklarında şeytani bir gülümseme belirdi birden. "Oysaki ona...