17 Ağustos 2013
'Gregor Samsa bir sabah huzursuz düşlerinden uyandığında kendini yatağında kocaman bir böceğe dönüşmüş buldu. Panzer gibi sert sırtının üzerinde yatıyordu ve başını biraz kaldırdığında tepesinde, yorganın neredeyse kaymak üzere olduğu kubbe gibi yuvarlak, kahverengi, yay biçiminde sert çizgilerle boğum boğum olmuş karnını gördü. Geniş gövdesine oranla pek cılız görünen bir sürü bacağı gözlerinin önünde çaresizce çırpınıyordu.'
Kaç tane insan bu cümleleri okudu acaba? Kaç kişi tekrar ve tekrar aklından geçirdi bu kelimeleri? Her okuduklarında farklı bir anlam mı yüklediler yoksa bir adamın bir böceğe dönüşmesini saçma mı buldular? Tüm bu anlar gözlerinin önünde canlanırken ne hissettiler? Bir gün ansızın, gözlerini açtığında kendini tamamen farklı bulan bu adamda bir şekilde kendilerini görmüş müydüler? Peki ya ben? Ben neden bu kadar takılmıştım buna? Defalarca okuyacak kadar neden etkilemişti beni? Barizdi ki, ben de Gregor Samsa'dan farksızdım. Hiç beklemediğim bir anda ben ve çevremde olup biten her şey değişivermişti. Anlamsızca bu değişime bir çırpıda ayak uydurabilmiştim de. Sanki bu şekilde yaratılmışım gibi kabullenmiştim. Tamamen farklı bir durumun içindeyken eskiyi unutmuştum. Halbuki eski ben çok daha zor bir hayat yaşasa da daha güçlüydü. Şimdiyse Youngho Hyung'un varlığıyla bu cılız bacakları bile bir parçam saymıştım kolaylıkla. Daha iyi olacağını düşünmüştüm böyle olsam da. Bazı sorumluluklarımdan kaçabilecektim ama ya sonra? Kabul görmez hâle gelebileceğimi düşünemeden kaptırmıştım kendimi öylece.
"Ne düşünüyorsun?" Tek kişilik yatağımda sırtımı başlığa vermiş otururken Youngho Hyung tamamen bana dönük bir şekilde uzanmıştı. İri bedeni yüzünden sığmakta oldukça zorlanıyorduk ama yine de bu şekilde yatmanın hoşuna gittiğini söylediği için isteğini geri çevirememiştim. Sırtını duvara verip bana alan açmaya çalışsa da yine de imkansızdı. Bedenlerimiz birbirine temas ediyordu. Sorduğu soruyla dikkatimi kitaptan çekip ona verdiğimde gözlerimiz buluştu. "Dakikalardır kitabın ilk sayfasındasın." Bakışlarımı tekrar çevirdim. Bir süre bir şey demesem de ısrarlı bakışlarının baskısıyla kısaca hiçbir şey düşünmediğimi söyledim ve daha fazla üstelememesi için kitabı kapatıp kenara bıraktım. Küçük odaya derin bir nefes bıraktığımda başının altına sıkıştırdığı ellerinden birini karnımın üzerine koydu. Aniden bunu yapmasıyla nefeslerim sıklaşsa da kendimi sakinleştirmeyi başardım. Her gün, her zaman temas hâlinde olsak da yine de heyecanlanmadan edemiyordum.
Tereddüt etsem de kendime engel olamadan bir elimi, karnımın üzerinde dinlenen eline sardım. Benim ince parmaklarımın aksine onunkiler oldukça güçlü görünüyordu ve bu garip bir şekilde beni gülümsetiyordu. Ellerimiz birbirine değdiği anda sıkı sıkıya tutmuştu. Baş parmağıyla dokunduğu yerleri hafifçe okşarken mayışmış hissediyordum. "Doyoung-ah, beni gerçekten seviyorsun değil mi?" Beklentiyle açılmış gözleri cevabım için hazır bekliyordu. Birden biri böyle bir şey sormasına anlam veremesem de sonradan anlamıştım. Dünkü kavgamızda ona fazla sert çıkmıştım. Ama bunun için en ufak bir pişmanlık bile duymuyordum. Onun bana yaptığı şeylerin yanında neredeyse hiçbir şeydi. Ama Hyung bunlara alışık değildi bu yüzden çabucak etkileniyordu. Sabahtan beri bir yavru kedi gibi sessizce yanımda duruyor durmadan bana sırnaşıyordu. Bir şey istediğimde ikiletmeden koşa koşa yapıyordu. Hatta bir ara Sejeong beni aradığında bile oldukça sakin kalabilmişti. Bu hâli hoşuma gidiyordu ama biliyorum ki oldukça kısa sürecekti bu durgunluğu. Sadece benim sinirimin geçmesini ve eskiye dönmeyi bekliyordu. Onun bu her şeyi hesaplayan ve planlayan tavırlarından nefret ediyordum ama elimden bir şey de gelmiyordu.
Onu kızdırıp az da olsa normal hâline dönmesi adına sorusunu cevapsız bıraksam da hiçbir tepki vermedi. Sadece sanki güç bulmak istermiş gibi elimi tutuşunu sıkılaştırdı. Gözlerime kenetlenmiş heyecanlı gözleri hayal kırıklığıyla benden ayrıldı ve hüzünlü bir şekilde başı aşağıya kaydı. O an öyle bir şey yaptığım için pişman oldum ve bunu telafi etmek istedim. Boşta kalan elim yanağına çıktı. Beklemediği bu hareketlerimle bakışları tekrar bana döndü. Gerçekten fazla şirin görünüyordu. "Hyung." Fısıltılı sesim yüzüne çarptığında kirpikleri titremişti. "Seni seviyorum." Ellerim saçlarına doğru ilerlemiş parmaklarım her bir teline karışmıştı. Çok yumuşaktı. İçim gıcıklanıyormuş gibi hissettiriyordu bu yakınlık. Zevk veren bir eziyet gibiydi. Her seferinde başımın deli gibi zonklamasına sebep oluyordu ama yine de bunu seviyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
our souls • johndo
Fanfic"Anlıyorum." O da yürümeyi bırakmış ve bana dönmüştü. Konuşurken başı aşağıdaydı. "Sanırım seni korkuttum." Onu reddetmek için ağzımı açacaktım ki yüzüme dönen bakışları beni engelledi. Dudaklarında şeytani bir gülümseme belirdi birden. "Oysaki ona...