25 Ağustos 2013
Neden ben olmak zorundaydım? Tüm bunlar neden sadece benim başıma geliyordu? Normal bir insanın yaptığı gibi normal bir hayat yaşayamaz mıydım? Bazen bu acıyı benim yerime başka birilerinin yaşamasını diliyorum. Peşimi bırakmayan bu uğursuzluğun benden kopup başka birine gitmesini istiyorum. Sonra böylesine kötü düşünebildiğim için hayret ediyorum kendime. Haksızlıkların karşısında duracak kadar dürüst bir insan olduğumu varsayarken böyle bir şey dilemem ne kadar doğru diye düşünüyorum. Bunların sonundaysa sadece kendime acıyorum. Bu sefilliğime, güçsüzlüğüme ve beceriksizliğime... Bana ait ne varsa, her bir zerreme acıyorum. Duyduğum bu nefret, herkesten çok kendimeydi. Başarısızlığım ve hiçbir şeye yaramayışımaydı. Tanrı, yeryüzünde onca güzel şey yaratırken tüm bu kusursuzluğun içinde neden beni böyle yapmıştı? Bu bir ceza mıydı? Günahım neydi de böylesine ağır bir bedel ödüyordum? Gerçekten de hak etmiş miydim tüm bu acıyı? Yoksa dedikleri gibi iyilerin başına hep kötülükler mi gelirdi? Eğer bu kadar ezilecek kadar iyiysem bunu istemiyorum. Öylesine kötü olayım ki dökecek hiçbir gözyaşım olmasın. Hatta bedenim ve ruhum iyi ve kötü, mutluluk ve öfkeden en çok da üzüntüden arınsın. hiçbir şey hissedemeyeyim.
Yorgundum. Uğradığım iğrenç iftiranın üzerinden neredeyse bir hafta geçmişti. Bu süre boyunca ne okula gidebilmiştim ne de bir insan gibi yaşayabilmiştim. Güçlü durduğumu düşünürken geçen her günün ardından daha beter bir hâle gelmiştim. Acım hafifleyeceğine daha da artıyordu sanki. Utancım git gide büyüyordu. Hâlbuki ben hiçbir şey yapmamıştım. Yine de düzeltemiyordum tüm bunları. Ağlamaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Biliyordum ki, ne dersem diyeyim kimse inanmayacaktı bana. Bir şey üzerinize bir kere yapıştı mı, hayatınız boyunca takip ederdi sizi. Ondan kaçamazdınız ve hep onunla anılırdınız. Siz siz olmazdınız artık. Ve bu düşünceyle kendi benliğinizi bile unuturdunuz. Geriye kalan tek seçenek ise onlar size nasıl sesleniyorsa kendinizi öyle tanımak olurdu.
"Kendini bu kadar hırpalaman adil değil." Uzandığım yatakta yüzüm duvara dönüktü. Olduğum yerde iyice küçülmüş dizlerimi karnıma kadar çekmiştim. Youngho Hyung ise hemen arkama yerleşmiş nefesini saçlarımın arasına veriyordu. "Yetmedi mi kaç gündür döktüğün gözyaşı?" Konuşmak istemiyordum. Sanki bir kelime etmeye bile gücüm yoktu. Konuşsam da hep aynı şeylerden bahsediyorduk zaten. O günden beri tüm bunları boş vermem gerektiğini tekrar tekrar söyleyip duruyordu bana. Ama hiçbir şey değişmiyordu. Onun bana inanıyor olması benim için çok şey ifade etse de bu hayatımı normale döndürmüyordu. İnsanlar gerçeği bilmiyor ya da görmek istemiyorlardı.
Onu cevapsız bıraktığım için dudaklarının arasından derin bir nefes dökülmüştü. Niyeti bana sataşmak olmasa da o an enseme değip geçen nefesi farklı hissettirmişti bana. Bu durum utanmama sebep olduğu için kendimi duvara daha da yaklaştırıp temasımızı kesmiştim. Gerçekten böyle bir hâldeyken nasıl oluyordu da böyle şeyler düşünebiliyordum bilmiyordum. Bedenime yayılan sıcaklığın yanaklarımın kızarmasına sebep olduğuna emindim ve bunu saklamak için de her şeyi yapıyordum. Belli ki aramızdaki mesafe her ne kadar az olsa da bu onu rahatsız etmişti. İyice bana sokulup kollarından birini belime sarıp kendine çekmişti sertçe. Bu ani hareket dudaklarımdan kısık bir inlemenin kaçmasına sebep olmuştu istemsizce. Yaptığım hatayı fark ettiğimde gözlerim kocaman açılmıştı. Youngho Hyung'un tepkisizliğine karşın nefesimi tutuyordum. Şimdiye benimle dalga geçmesi gerekiyordu ama bunun aksine hiç sesi çıkmıyordu. Merakla başımı çevirip ona baktığımda karşılaştığım manzarayla sertçe yutkunmuştum. Sanki irislerinin rengi gözbebeğiyle bütünleşmişti ve herhangi bir şey anlamamı engelliyordu.
"Hyung?" Titrek sesim odaya yayıldığında sanki çok daha boğucu bir hava oluşmuştu. İkimizi de boğuyordu, içine çektikçe çekiyordu ama o, benim aksime bundan şikâyetçi gibi gözükmüyordu. Bu sessizlik uzadıkça uzuyor ve beni ürkütüyordu. Aceleyle ondan uzaklaşmak için harekete geçmiştim ki beni yakaladığı gibi tekrar yatağa yatırmış kendini de üzerime atmıştı. "Biliyor musun, beni her 'hyung' diye çağırdığında tahrik oluyorum." Fısıltıları yüzümde dolanıyor beni anlam veremediğim bir şekilde zorluyordu. Bu itirafı yüzümü daha da kızartıyor garip sesler çıkarmak istememe sebep oluyordu. Aramızdaki garip havayı bozmak için kalkmaya yeltenmiştim ama elbette ki bu yersiz ve beceriksiz davranışım başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Büyük elleri, ince bileklerimi sıkı sıkıya kavramış ve herhangi bir hareketi engellemek adına yatağa sabitlemişti. "Hyung?" İçimde dolup taşan arzu gözlerimden okunacak diye ödüm kopuyordu. Bu yüzden, ona seslenmekten başka bir şey gelmiyordu elimden. Ama bu saatten sonra bunun bir hata olduğunu saniyesinde unutmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
our souls • johndo
Fanfic"Anlıyorum." O da yürümeyi bırakmış ve bana dönmüştü. Konuşurken başı aşağıdaydı. "Sanırım seni korkuttum." Onu reddetmek için ağzımı açacaktım ki yüzüme dönen bakışları beni engelledi. Dudaklarında şeytani bir gülümseme belirdi birden. "Oysaki ona...