Olanlardan sonra fazla zaman geçmemişti. Sadece birkaç yıl. Bu, her ne kadar uzun bir süre gibi gelse de benim için sanki göz açıp kapayıncaya dek sürmüştü. Yaralarım yüzünden birkaç ay yatalak kalmıştım. Ardından iyileşmeye başlar başlamaz beni görmeye birini göndermişlerdi. Bu, benim hayatımın dönüm noktasıydı! Daha kendimi toparlayamamışken bana, inanılması neredeyse imkânsız denilebilecek şeyler söylenmişti.
GELİŞİMCİLER!
Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Veya ne olabileceği. Daha önce ne görmüştüm ne de duymuştum. Yani bana göre saçmalıktan başka bir şey değildi. Öyle olması gerekiyordu... Ama ben, söylenen kelimeleri işitir işitmez kardeşlerim ve komutanımın nasıl katledildiğini hatırladım. Ve inandım. Kardeşlerim ve komutanım, bir hayvan tarafından katledilmemişti! Onlar, Gelişimci diye adlandırılan biri tarafından katledilmişti. Bu da bizim, en ufak bir tepki veremeden toplu kıyıma gitmemizin nedeniydi.
Normal insanların asla ulaşamayacağı hız, güç ve dayanıklılığa sahiplerdi. Ayrıca mucize denilebilecek yeteneklere erişebiliyorlardı. Bir nevi eski zamanlarda, adları veya hayatları sürekli kitaplarda geçen süper insan gibi bir şeylerdi.
Ayrıca çok önemli bir şey vardı! Bizi, kardeşlerimi ve komutanımı öldüren, bizim aramızdan birisiydi! Hem de çok yakından tanıdığım biri. Ya da ben öyle sanıyordum...
Daha yeni komando olduğum ve göreve henüz atanmadan bayağı bir süre önce bana, çok sıcak ve cana yakın davranan biri vardı. Sürekli yanımda durur, yere düştüğümde beni kaldırırdı. Her zaman güldürür ve keyiflendirirdi. Ve bu, sadece benim için geçerli değildi! Bu, tüm kardeşlerime ve hatta komutanıma karşı takındığı tavırlardı... Ve bu da benim en büyük zaaflarımdan birisiydi.
Çünkü...
Hayatım boyunca sürekli tek başıma yaşamıştım. Daha doğrusu zorlanmıştım. Çünkü bende hastalık benzeri bir şey vardı. Ne olduğu hakkında şimdiye kadar hiç kimse herhangi bir açıklama yapamamıştı. Daha önce benzer bir vakaya da rastlanmamıştı. Yani türümün tek örneğiyim denilebilirdi. Ve bu, birine ne zaman bir kötülük yapsam, dövsem veya kırsam ardından gelen psikopatlık benzeri bir durumdu.
Kendimi, öldüresiye döverdim! Acı hissetmezdim, duygularımı kontrol edemezdim. Sadece bir şey vardı. Öfke! Ve bu öfkeyi söndürmek için ise bir yöntemim vardı. O da canını yaktığım kişilere verdiğim hasarın on katını kendi benime uygulamaktı. Çünkü ancak o zaman içimdeki öfkenin yavaş yavaş dinmesiyle rahatlayabiliyordum. Ve bu esnada bana yaklaşmaya çalışan herkese zarar verirdim. Ki böyle olunca da bana yardım etmek isteyen insanlara zarar verdiğim için onlarca defa kendimi öldürme teşebbüsünde bulunmuştum. Ve ben, on yaşıma geldikten sonra hastalığım artık öyle bir noktaya geldi ki şehirden kaçıp ormana sığındım. Çünkü ben, kimseye zarar vermek veya üzmek istemiyordum. Ben, hissediyordum! Benim tarafımdan kırılan veya dayak yiyenlerden gelen acıları ve üzüntüyü hissedebiliyordum!
Bu normal değildi! Biliyordum, küçük olabilirdim. Ama kendi yaşıtımdakilerden çok daha yüksek bir zihin yapısına sahiptim. Bu, en başından beri vardı. Ve bu, benim en nefret ettiğim şeydi! Çünkü hatırlamak istediğim şeyleri anında hatırlayabiliyordum. En ufak ayrıntısına kadar. Sanki daha önce öyle bir şey yokmuş da şimdi yaşıyormuşum gibi... Ve böyle bir şeye sahip olduğum için acılardan ve en çokta kalbimin acısı yüzünden ormanın içinde yaşamaya başladım.
Fazla zaman geçmemişti, en fazla birkaç gün. Acıkmıştım, sınırıma gelmiştim. Çünkü çam ağaçlarıyla dolu kuru ormanda yenilebilecek en ufak bir şey yoktu. Tabi ben öyle biliyordum. Ama bir süre sonra açlık yüzünden artık öyle bir noktaya geldim ki bulduğum her şeyi yemekten kendimi alıkoyamadım.