Önce çam ağaçlarının yaprakları, pek yenilecek tarzda olmasa da o an bunu düşünecek durumda değildim. Ağaç yapraklarının ardından kozalaklara geçtim. Tatları, midemi bulandırsa da onları da çekinmeden yemeye başladım. Alıştım! Ama her zaman olduğu gibi insanların yeni bir şeylere ihtiyaçları olurdu! Böcekler, kuşlar, sincaplar, tavşanlar... Görebildiğim ve yakalayabildiğim her şeyi yedim! Akla gelebilecek her şeyi, çiğ çiğ yedim! Ve bir süre sonra artık bir şeylerin değiştiğini fark etmiştim.
Ben, değişmiştim! Bir insan olduğumu unutmuştum! Ve bunu sonradan fark ettim. Ama artık iş işten geçmişti. Yavaş yavaş unutmaya başladım, kim olduğumu, nereden geldiğimi, ne yapmam gerektiğini... Bir hayvana dönüşmüştüm.
Ve ben, bunları fark ettiğimde elimde bir tavşan yavrusu vardı. Küçücük bacağını tamamen kaplayan devasa diş izleri vardı. Kanlar akıyordu. Tavşanı ağzıma doğru götürüyordum. Tavşanın çırpınışlarını umursamamıştım. Ama tam onu ısırmak üzereyken tavşan, aniden karşılık vermeyi kesmişti. Büyük, kıp kırmızı gözleriyle gözlerimin içine bakmıştı. Ve ben, donmuştum. Sanki birisi çekiçle zihnime vurmuş gibi bir hale girmiştim.
"B-Ben... Ne... Yapıyorum!!?"
Sesim, tiz ve boğuk bir şekilde çıkmıştı. Bu, beni korkutmuştu. Gözlerim buğulanmaya başlamıştı. Elimdeki tavşanı yavaşça yere indirmiştim. Arkasına bakmadan kaçan tavşanı, titremeye başlayan bedenim, hızlanan nefeslerim ve kızaran görüşümle izlemiştim. Ardından yana devrilip bilincimi kaybetmiştim.
Uyandığımda bana çok tanıdık gelen bir yerdeydim. Daha önce neredeyse sayısını unutmama neden olacak kadar fazla gelmiş olduğum hastane odası. Başımın ucunda duran birkaç tane serum vardı. Hepsi de koluma bağlıydı. Başta ne olduğunu fark etmemiştim. Olanlara anlam verememiştim. Bana, bir hayal gibi geliyordu. Ta ki karşımdaki kapının açılıp içeriye bir doktorun ve hemen arkasından ilerleyen askerin gelmesine kadar.
Kalbim hızlanmıştı, ne olduğunu hatırlamıştım. O kadar süre boyunca ormanda; hayvanları, böcekleri ve ağaç yapraklarını yemiştim. Ve bu, benim korkudan deli gibi bağırıp çağırmama neden olmuştu. Nasıl böyle bir şey yapmış olduğuma dair herhangi bir fikir üretemiyordum. Bir hayvan olmuştum. Düşüncesiz, acımasız ve umursamaz!
Beni sakinleştirmeleri bayağı bir zaman almıştı. Asker, bana şimdiye kadar ne yaptığımı, nerede kaldığımı ve nasıl hayatta kaldığımı sormuştu. Başta anlatmamıştım, anlatmak istememiştim. Ama ben, artık daha fazla kimseyi kırmak istemiyordum. Gözlerimden akan yaşlarla her şeyi başından sonuna kadar anlattım. Ben anlatırken asker, en ufak bir kıpırtı olmaksızın beni dinliyordu. Sanki programlanmış bir robot gibi. Her şeyi anlattıktan sonra bana, son bir soru sormuştu; neden yaptın?
Zaten bildiklerini biliyordum. Ama yine de söyledim. Başıma gelecekleri umursamadım. Tek istediğim şey, insanlardan uzak kalacağım bir yerdi.
Asker susmuştu. Bayağı uzun bir süre boyunca bana, duyguya dair en ufak bir emare barındırmayan gözleriyle bakmıştı. En sonunda kapının yanında bekleyen doktora kısa bir bakış atıp odadan çıkmıştı. Ve ondan sonra beni bir yere göndermişlerdi. Ne olacağını tahmin edebiliyordum; bir akıl hastanesi... Ama karşı çıkmamıştım, beni alıp götürmelerine karşı en ufak bir tepki vermemiştim. Başımı yerden kaldırmıyordum. Sadece beni götürdükleri yere doğru onları takip etmiştim. Ve en sonunda geleceğimiz yere vardığımızı söylemişlerdi. Bana, kafamı kaldırmamı söylemişlerdi. Yapamamıştım... Omzuma, bir el konuncaya dek.
Sıcaktı.
Ve hissedebiliyordum. Bana karşı bir şeyler besliyordu. Şimdiye kadar hiç hissetmediğim bir duyguydu. Ne olduğuna anlam veremiyordum. Kafam karışmıştı. Ve kafamı yerden kaldırıp kocaman açılan gözlerimle omzuma dokunan kişiye bakmaktan kendimi alamamıştım.
Bu his, tanıdıktı. Ve bir o kadar da yabancı. Ve nedenini anlamıştım. Gözlerimden akmaya başlayan yaşlarla ona sıkıca sarılmıştım.
Bu, sevgiydi...