Gözlerimi açtım, çatlaklarla kaplı nemli bir tavan,"Huff,"kafamı çevirdim. Eski püskü yer yatağı ve yırtık bir battaniye. Battaniyeyi üstümden çektim, oturur pozisyona geçtim. Karşımdaki küçük sehpaya baktım, uzanıp üstündeki taktiksel saati aldım. Saate baktım; 05:05. Sehpanın üstüne geri bıraktım, ayağa kalktım.
Yaralar yüzünden dik tutamadığım bedenimi gererek rahatlamaya çalıştım,"Ağhh,"esneyip gözlerimi ovuşturdum. Lavaboya yöneldim, üstündeki çatlaklarla kaplı aynadan kendime baktım.
Subay tıraşlı kafa, sinekkaydı yanaklar, koyu kahverengi gözler, ortalama sayılabilecek yakışıklılıkta bir yüz ve derin yaralarla kaplı bir beden.
"Hıhh,"Elimi yüzümü yıkadım. İçeriye yöneldim, üstümdeki kirle kaplı kazak ve pijamayı çıkardım. Kırık dolaptan askeri üniformamı aldım, giydim. Sade ve siyah renkli kepimi başıma taktım. Kapıya yöneldim, çürümüş kapının kolunu tutup çektim. Ve beraberinden kapı kendiliğinden parçalanıp yere döküldü.
"Hahh,"
Kapıdan geriye kalan, elimdeki kolu bir kenara fırlattım, dışarıya adım attım. Yukarıya baktım, kara bulutlarla kaplı gökyüzü, şimşeklerin çakışları eşliğinde dökülen yağmurlar. Kafamı eğdim, kurumuş ve etrafa ağır bir hava yayan çam ağaçlarıyla dolu bir orman.
Wuu! Wuu! Wuu!
Rüzgâr. Beraberinde taşıdığı soğuklukla sertçe esen rüzgâr. Yanımdaki sandalyeyi çektim, oturdum. Cebimden bir paket sigara çıkardım, parmağımda beliren kıvılcımla yaktım. Derin bir nefes çektim,"Huff,"bolca dumanla geri bıraktım.
Kollarımı, sandalyenin kolluklarının üstüne koydum,"Görev tamamlandı!"sık çam ağaçlarıyla kaplı ormanı seyretmeye başladım.
"Anlaşıldı!"Kısa bir sessizlik,"İyi görünmüyorsunuz!"
"Gayet iyi!"Sigaranın tüten dumanına baktım,"geri dön!"
"Anlaşıldı!"Tekrar sessizlik,"Gönderilmesi gereken herhangi bir bilgi var mı?"
"Hayır,"dedim. Derin bir nefes verdim,"dikkatli ol!"
Kısa, kısık ve ince bir nefes verme sesi yankılandı,"Anlaşıldı!"
Pat! Pat! Pat!
Uzaklaşan adım sesleri. Ağaçların içinde görüşümden kaybolan ince bir beden.
Pıt! Pıt! Pıt! Pıt!
Yağmurun yerle buluştuğunda çıkardığı sesler, huzurun eş anlamı. Sigarama baktım, son bir nefes çektim. Ayağa kalktım,"Şimdi,"arkamı dönüp ileriye bir adım attım, yıkıntı evin arkasında belirdim.
İleriye baktım, kısa bir süre önce ölmelerine rağmen şimdiden leş gibi koku yaymaya başlamış, kan revan içindeki cansız bedenler. Sayıları yedi. Elimi uzattım, kıvılcımlar belirdi. Ardından ateşe dönüştü, ve cansız bedenlere gönderdim.
Czzrrtt! Czzrrtt! Czzrrtt!
Bedenler yanmaya başladı, beraberinde doğurdukları iğrenç kokuyla. Kaçınmadım, burnumu kapatmadım, yüzüm ekşimedi. Alıştım, alışmıştım.
Bedenler, tamamen küllerine dönene kadar izledim. Derin bir iç çektim, yağdırdığı yağmurlarla kaplı göğe baktım. Gözlerimi kapattım,"Neden?"dedim."Neden böyle olmak zorunda? Neden birileri ölmek zorunda? Neden birileri ailesinden birini kaybetmek zorunda? Neden her zaman sadece acı var? Bunların anlamı ne? Bir önemi yok mu? Neden kimse umursamıyor?"
Bunlar, benim her zamanki sözlerimdi. Ne zaman birini öldürsem ve küllerine kadar yaksam, vicdanımı rahatlatmak için söylediğim sözlerdi. Belki birazcıkda olsa kendimi rahatlatabilirim diye. Ama hiçbir zaman işe yaramadı.
Başlarda alışırım sanmıştım. Ama öyle olmadı. Günden güne daha da beter bir duruma geldi. Geçeceğini kimse söylememişti. Veya geçebileceğini. Suç benimdi. Kendimi, kendim kandırdım.
Gözlerimi açtım, yüzüme dökülen yağmur taneleriyle birazcık rahatladım. Kafamı indirdim. Ölü bedenlerden geriye kalan küller de yağmur taneleriyle toza dönüşüp etrafa dağılmıştı.
Ellerimi birleştirdim, kafamı eğdim,"Diğer hayatta,"dedim."umarım mutlu ve acısız bir hayatınız olur!"
Derin bir iç çektim, bedenimi dikleştirdim,"Sıra,"dedim ve ileriye bir adım attım. Yağmur taneleri yavaşladı, etrafa dağılan küller dondu. Zaman akışı, normalden on kat yavaşladı.
Yere çömeldim, zemindeki toprak ve çamur titredi, kafamı kaldırdım. Ve yukarıya atıldım.