fifteen

407 55 8
                                    

shin ryujin

yeonjun'un nefes krizinin ardından okula gelen ilk ambulansa hastaneye kaldırılmıştı, yanında ona en yakın olan soobin olduğu için onunla beraber gitmişti. o an yaşadığım korku anlatılamazdı; aeri'nin aniden kanayan burnu ve yarılmış dudağının hesabını daha soramamışken onu da benimle bir ambulans arabasına alıp hastaneye götürmüşlerdi. yol boyunca onun dudağına buz tutmam istenmişti, ilk defa her ayrıntısına kadar incelemiştim onu. aeri uchinaga adeta kusursuzdu.

elimdeki buzu ona dayadığım süre boyunca gözlerimle dudaklarını izlemiştim, anlamış olacakki gamzeleri görünür halde sırıtmıştı. hastaneye vardığımızda ise bir odaya geçmemiz söylenmiş, gelen hemşire aeri'nin yaralarına pansuman yapmıştı.

"acırsa üfleyin, tamam mı?" aeri endişeyle kafasını sallayarak kanayan dizine basılan pamuğu tutmaya devam etti. "sargıyı bir hafta sonra çıkarabilirsin, geçmiş olsun." güler yüzlü bir şekilde hemşire odayı terk edince sadece o ve ben kalmıştık. aramızda çıt dahi çıkmasa bile eliyle tuttuğu pamuk düştü düşecekti, önce gözlerine baksamda bana dönmemişti. "ver şunu ben tutayım." diyerek dizine elimi koymuş, pamuğu bastırmıştım. yüzünün buruşmasını görünce ise hafifçe üfleyerek yanmanın geçmesini umut etmiştim.

"teşekkürler ryu." kafamı kaldırarak gülümsesem bile bu anın kısıtlı olacağı düşüncesi kafamı yiyip bitiriyordu.
"önemi yok, eri."

aramızdaki sessizlik devam ederken beklediğimiz odanın kapısının açılması ile suratlarımız oraya dönmüştü; soobin elinde meyve sularıyla bize aptalca sırıtıyordu. "merhaba aeri noona, merhaba ryujin-ah!" kapıyı kapatarak yanımızdaki sandalyeye oturdu ve o gülüşü yüzünden silmeden elindeki içecekleri bize uzattı, içinde anlamsız bir enerji vardı.

"yeonjun nerede?" aeri'nin soğuk ve halsiz çıkan sorusuna karşın soobin gülüşünü bozmamaya çalışsa da eliyle karşı hastane odasını işaret etti. "dinlenmesi için odadan çıkmamı söylediler. riskli bir şeyi yokmuş, ailesi yolda." aldığı cevapla yüzü sonunda gülmüştü aeri'nin. onun gülüşü, her ne kadar içimi ısıtsa da bana aynılarını hisseder miydi?

hiç sanmam.

"başım ağrıyor..." diyerek başını ovalamaya başladığında ağrı kesici verecek hemşire bulmak için koridora yönelsemde bileğimdeki elle arkama geri dönmüştüm. göz göze geldiğimizde, duygusuzca göz bebeklerime bakmıştı. içimde kopan fırtınayı anlatmaya hiçbir sıfat yer bulamazdı.

"uyursam geçer." diye durdurdu. kafamı sallayarak oturduğum yere geçtiğimde yeonjun'un kapısının önünden gelen seslerle irkilmiştik. kafamı kapıdan çıkarıp o yöne çevirince, annesinin telaşla odaya dalıp yeonjun'a sarıldığını gördük. soobin'e dönerek; "gitsen iyi olur." diye işaret yapınca gülerek onun odasına koşmuştu.

arkasından o ikisinin çalkantılı ilişkisine gülerken kafamı geri aeri'ye çevirince çoktan uyuklamaya başladığını fark ettim. kafasını koltuğun başlığına dayamış, gözleri kapanmıştı.
sağ dudağım üste kıvrılınca onu rahatsız etmeden giydiğim kabanı üstüne serdim, uyanık bu halimi görse kim bilir ne düşünürdü.

yanına oturarak o beni fark etmeden tek yüzünü izleyebileceğim anın keyfini çıkaracaktım, başka hangi an ona bu denli anlamlı bakışlarımla bakabilirdim? sanırsam asla.

love is the way | ryuselleHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin