mikoto, 30 yaşındaki fugaku'ya şizoaffektif bozukluk tanısı koyulduğunda henüz 25 yaşlarındaydı.
mikoto sağ elini şiş karnına koymuş, sol eliyle 6 yaşındaki oğlu itachi'nin elini sıkıca tutarken psikiyatristi minato namikaze'nin odasından çıkan kocasına neyi olduğunu sormuş ve karşılığında aldığı cevapla sadece ona sarılmıştı.
''sorun yok'' dedi mikoto, fugaku keyifsizdi. ''sorun yok bu yaşına kadar hissettirmediyse kendini çok da ciddi değildir.''
fugaku iç çekti. eşine kendisi için değil, çocukları için endişeli olduğunu söylemek istiyordu ancak mikoto'nun hamileliği yeterince zor geçiyordu bir de oturup buna ağlarsa bu fugaku'yu oldukça üzerdi.
tek tesellisi itachi'ydi. normal bir çocukluk geçiriyordu. fugaku gibi daha 3 yaşına girmeden okumayı ve yazmayı öğrenmiş değildi. fugaku gibi sayı dehası değildi. normal bir japon çocuğuydu işte.
birkaç nesil geçince aktarılıyordur belki, diye umut etti newheart watanebe hastanesinin yakınındaki eczaneden ilaçlarını alırken. hastalığını öğrendiğinden beri kendini o kadar kötü hissediyordu ki öğrenmese daha mı iyi olacağı hakkında kendisiyle bir tartışmaya girdi.
tanı o 18 yaşındayken koyulmadığı için bozuk kafasına minnettardı aslında. hayatını düzene sokabilmek için yeterli vakti vardı ve fugaku bir lisede müdürlük yaparak ailesinin geçimini sağlama işini neredeyse on senedir yapıyordu.
belki mikoto haklıdır inancıyla sürdü arabayı. dalgınca sürüyordu, mikoto onu o gün defalarca uyardı. en sonunda hamile kadın ona sağa çekmesini söyledi ve fugaku sürücü koltuğuna eşi geçtiğinde ön koltukta bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağladı.
6 yaşındaki itachi içinse olaylar bir tık daha garipti. her zaman yaptıkları gibi doktora gelmişlerdi ve babasını ilk kez bu kadar kötü görüyordu. minik elini arka koltuktan uzatıp babasının yüzünü sildi.
''iyi misin baba?'' dedi elleri ıslanırken. ''doktor sana bir sürü iğne ilacı mı verdi?''
fugaku burukça gülüp yüzünde gezen beyaz eli öptü. ''hayır bebeğim.'' dedi. ''sadece kendimi biraz kötü hissediyorum. hadi sen uyu biraz osaka'ya daha çok yolumuz var.''
osaka'ya olan yolları o gece bir otelde kaldıklarından hiç azalmadı. fugaku, itachi otel odasının çocuk odasında uyurken, eşinin saçlarını okşamasına izin verdi. mikoto'nun karnı burnundaydı ve fugaku kendisinden fazla içerideki bebek için endişeliydi.
eşine durumu anlattığında mikoto güldü. ''senin gibi olacaksa bence katlanılabilir.'' dedi karnını okşarken. ''kimse almazsa oğlumu ben bakarım ona.''
cümleleri fugaku için teselli hükmündeydi. kahverengi saçlı adam rahat bir uykuya dalana kadar mikoto tatlı tatlı konuştu. eşinin uykuya daldığından emin olduğunda sessizce otel odasından ayrılırken montunu giydi ve kendini dışarı attı. otelin bahçesindeki banklardan birinde karnına sarıldı ve ağlamaya başladı. zor işti bu, eğer oğlu da fugaku gibi olacaksa dayanması çok zordu. mikoto'nun umrunda olan şey sadece oğlunun yaşayacağı zorluklardaydı. ona en iyi hayatı sürmesine yardım etme kararı aldı. eğer karnındaki bebeğe daha gençken tanı koyulacaksa onun her zaman yanında olacaktı.
kendini sakinleştirmeyi, bebeğinin babası gibi olmak zorunda olmayışıyla sakinleştirdi. itachi'yi düşündü, fugaku gibi takıntıları yoktu. mikoto, fugaku'nun takıntılarını asla kötü bir şeye yormamaları hakkında düşündü biraz. son iki senedeki halüsinasyonları da fazla çalışmasına bağlayıp olayı çözdüklerini sanmışlardı. hafifçe gülüp ayaklandı. uykusuz kalmanın kendisine zarar olduğunun bilincindeydi ağlayarak kendisini mahvetmeyi de düşünmüyordu. ne olursa olsun hem eşinin hem de oğullarının yanındaydı.