bir: anıların yersiz hatırlatmaları ile geçti günüm.

992 57 40
                                    

Saat kaç, bugün ayın kaçı ya da şu an hangi yıldayız; bunların aklımdan tamamen yok olduğu ve anılarımın çürük hisleriyle ciğerlerimi dolduğu bir zaman diliminde kayboluyorum yine. Sesler ve görüntülerin ayırt edilemez hisleri ve duyguları her ne kadar canımı yaksa da inat etmekten başka çarem yokmuş gibi, canımı yakmam gerekiyormuş gibi devam ediyorum kaybolmaya. Seslere kör, görüntülere sağır olmuşum, dışarıdan bakılınca uyuklar gibi duran kapalı gözlerim ama kasılan bedenimle kıpırdayamıyorum. Hasta olmadığımı bilmeme rağmen ateşim çıkıyor anılarımla beraber. Bedenim ile birlikte yanan ruhumun acı çığlıkları gelmiş, cayır cayır yanmakta olan anılarımın arasında acıyla dolaşıyorlar, oysa benim için bunlar bir hiçten farksız.

Zar zor nefes aldığım bu hayatın bana vaadettikleri ile sınırlı kalan yaşamımın tek beklentisi sonuna kadar iyi kalabilmek ama yürüdüğüm yol anılarla ve kabuslarla dolu, tümsekleri engel olmakta. Kalp krizi olduğundan emin olduğum sızı kalbimin her bir zerresini bedenimden daha katı kaplıyorken kalakalıyorum adeta. Ciğerlerime teneffüs ettiğim nemli kavanın yavaşça azaldığı gerçeği beynimde sinyalleri çalıştırırken alarm çalmaya başlıyor, ancak terk etmiyor bu çürük ve kokuşmuş anılar ruhumu. Sanki ruhumla bir bütün olumuşcasına üstüme ve beynime yapışan bu iğrenç şeylerin çıkması için katılıyor bedenim ve nefesim beni tamamen terk ediyor hiçlerim için, anlamsız. Tutmak istesem bile kopuyor benden izinsiz nefesim.

Oturduğum, yumuşak tüylü koltuğun her bir kumaşını sıkıca kavrıyor ellerim. Nedenizsice olsun istediğim ama kendimden iyi bildiğim nedeniyle kesilen nefesimin geri geleceği umudu terk ediyor ruhumu ve bedenimi. Umutsuzluk beni alıp götürsün istemiyorum bu çürük çöplüğe rağmen. Hislerimin bir çöp olarak görüldüğü bu hayatın zindanı benim boynumu sıkıca kavramış sanki, sıkıyor deli gibi. Ben ise zaten ondan deli, kıvranıyorum hararetle. Öleceğim kanaatine varmış olmak bile dindiriyor yorgun ruhumun alevlerini. Ancak, susmuyor gürültünün hakim olduğu yüksek sessizlik ve siyah şeytanın evi karanlık. Olduğu yerde iki büklüm kalan bedenime hapsolmuş ruhum hazır buradan uçup gitmeye, ta ki susana dek.

Hislerimde yanılmayan benim, ellerimi kavrayan genç oğlanın endişeli nefesini duymak bile mümkün geliyor bu kadar gürültülü sessizliğin arasından. Kelimenin tam anlamıyla delirmek buysa veda ediyorum vasıfsız hayatıma ve gidiyorum buranın pis çöplüğünden. Genç oğlanın ayakları altında ezilen tüm küçük ekmek kırıntılarını acı feryatlarını duymaksa eğer delilik, beni götürecekleri yerin beyaz duvarları adına konuşmam gerecek anladığım kadarıyla. Beni tanımayı reddeden hayatım, belki de son bulacak bu genç oğlanın kucağında. Beni aldı götürüyor meçhulün eteklerine doğru, kaybolmak adına mı bilinmez. Dinlemeyen, uslanmayan ellerim sarmış boğazımın iki yanını. Dizginlemeye çalışıyorum soluklarımı, ancak devam ediyor bu nefessiz kalp krizim. Hayatın ucuz bir sahte gül olarak adlandırıldığını bilmesem daha çok çırpınacağım, fakat gitmiyor çürük kokulu anılar.

Birkaç fısıltı kulağımın hemen yanından ulaşıyor beynime, ancak hala nasıl hayatta olduğumu düşünüyorum. Düşünmenin olmayan çıkış kapısını zorluyormuş gibi benim canımı yakan anılara veda etmek için onları teker teker öldürmek istiyorum. Olsa gücüm durmayacağım herkes ölene dek. Bulanık fısıltılar, yakın olan ölümüme karşı bir o kadar uzak, ancak ilk kez anlıyorum ne dediğini sanırsam. "Biraz dayan!"diyor solukları arasından bana. Kim olduğum hakkındaki düşüncelerimi hızlıca yitirmeye başlıyorum. Biliyorum, kaçmak gibi herhangi bir seçim yapamayacağım iskelet görünümlü Azrail geliyor bana doğru. Korkak bir kız çocuğu gibi çığlık atarak olmayan yolların tümseklerini es geçerek koşmak istiyorum. Kaçması gerektiği halde sevdiği için kendine kıyan Juliet olsam zindana kilitli olan düşlerim Romeo'm olacaktı.

Saniyeler ve saliseler bana dostluk ederek izliyorlar ölümümü. Dostların kara günde belli olacağı belliyken hakikaten kara mı kara, karanlık bir günümde çıkageliyorlar ilk kez. Sayıların hüküm sürdüğü bu dünyada matematik kelimesinin anlamını bilmezken aslında ne kadar zeki olduğum aşikar. Yanışını izlediğim anılarımın terk ettiği ruhumun köyü tam manasıyla terk edilmiş yangın yeri. Ruhum içinde, alevlerin arasında ve tahtaların altında kalmış ölümün kollarına tutup vazgeçmeyi bekliyor. Ancak tüm her şeye zıt bir kaç kopukluk oluyor zamanda. Ciğerlerime nüfuz eden Lavanta kokusu ile birlikte birkaç gözyaşım özgürlüğüne kavuşuyor. Anıların yersiz hatırlamaları ile geçen günümün sonuna gelirken derin nefesler eşliğinde gözlerimi aralıyorum.

 Anıların yersiz hatırlamaları ile geçen günümün sonuna gelirken derin nefesler eşliğinde gözlerimi aralıyorum

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
genç soylunun portresi.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin