üç: bana dik dik bakan gözlerinin parlaklığı ile geçtim kendimden.

176 42 20
                                    

Sadece birkaç metre ilerimde oturan siyah saçlı genç oğlanın bana dik dik bakan gözlerinin parlaklığı ile kendimden geçtiğimi hissettim. Sert imajını korumaya çalışarak sivri çenesini kavuşturduğu ellerine dayamıştı. Minik bir meltemin bile ipeksi saçlarını uçuracağı gerçeği, içimde birkaç şeyin kıpırdaşmasına neden olacak kadar güzel bir düşünceydi. Ancak, koruduğu sert bakışlarının etkisi ile düşerek tiz bir ses çıkaran çatalım, genç oğlanın alaylı bir gülümseme sunmasına neden olmuştu. Daha önceleri bana verdiği acı vaatleri aklımın bir köşesinde canlanmaya başladı. Kalbimin avucuna diktiğim bir lavantaydı o ve kendi kendinin solmasına neden oluyordu bu aci vaatleri.

"Sakin ol." Diye konuştu. Boş yemek masasının içinde yankı yapan bu iki kelimenin kulaklarıma ulaşması benim için uzun bir süreyi anımsatmıştı. Karşısında acımasız ve çaresiz biri olarak akar suya ulaşmaya çalışan ama yerde can çekişen bir canlıydım. Fakat o, akarsu, benim iki metre ötemde oturmuş üzerimi süzüyordu. Canı acımayacak olsa gözlerini tek tek yerinden sökerek bunu yapmasını engellemek istedim. Hiçbir şey konuşmak istemiyor olmasına karşın onu rahatsız etmek istercesine, canını yakmak istiyormuşum izlenimini vermek için konuşmak geldi içimden. Ses tonunu acımasız, sanki bir soylu kadar önemli biriymişim gibi kullanarak onun canını sıkmam gerekiyordu. Ancak, bunu söyleyen şeytanın canını yakandı beni izleyen kişi. İkilemde kalıyorum olmak canımı sıkıyordu ki, bir kez daha şeytana uydum.

"Kapa çeneni." Yine, yeniden kendi kendine alayla gülerken yakalamıştım genç oğlanı. Daha önce beni kurtaran o değilmiş gibi, şu an canımı yakmak için her şeyi yapabilecek bir nitelikteydi gözümde. Ruhumun çığlıkları beynimin içinde yerini almaya hazırlanmışlardı çoktan. Gözlerime batan şeyler, soluk mum ışıkları, sanki beni öldürmek istiyorcasına masaya konulan eski fotoğraflar, aklımın her bir köşesinde kendini belli eden o ses beni öldürmeye geliyordu. Otoriter ses tonum onu etkilemiyordu hiçbir zaman, ancak ben mıhlanıyordum yerime onun sesini duyduğum an. Adaletten mahrum kılınan bu hayatın, acı bir gerçeği olarak kalacak olan bir şeydi bu benim için.

"Bana emir veremezsin, küçük hanım." Haklılık payının olduğu bu cümle karşısında diğer elimdeki çatalı da düşürmüştüm tabağa ve yine aynı tiz ses yankılandı odada. Bir soylunun karşısında ona saygısızca hitap etmemem gerekiyordu. Ancak, bilinen bir gerçek olarak onun eşi ünyanıyla bende bir soylu kabul edilirdim. Gerçekliğin karşısında yine gerçeklik kabul edilirdi adalet olarak. Ruhumun adaletsiz ve acı çığlıkları yeniden baş gösterdi. Aklımda onlarca şeyin ardından onun çığlıkları da akıttı bir damla tuzlu gözyaşımı yanağıma. Daha fazlasının gelmesini engellemek için yapacağım şeyin ne olduğu hakkında hiçbir fikir aklıma gelmiyordu. Tuzlu su damlalarının yeri derin denizler iken yanaklarımdan sürülüyor olmaları sinirimi bozuyordu.

"Ağlama. Ağlamanı gerektiren bir şey yok." Sağ eliyle tuttuğu çatalı, tabağının kenarına bırakırken aklımdan geçen tek düşünce ellerinin güzelliğiydi. Henüz on dokuz yaşında olmamıza rağmen dönemin gerektirdiği şekilde evlendirilen biz, devasa bir şato kadar büyüklüğünde, duvarları eskimiş bu evin içine hapsedilmiş gibiydik. O benim hakkımda neler düşünüyordu, oysa ben onun ellerinin güzelliğini övüyordum. Kemikli elleri neyi tutarsa tutsun zarif görünen bir gençti henüz. Akıl çağının henüz bizden uzak olması, içimdeki ruhun çığlıklarının acısıydı belki de. Acıyı iliklerime kadar hissettiğim anların hisleri belirdi içimde ama tuttum. Dışarıya yansıtmam gereken bir zamanda değildik. İçime kapanık olduğum, şeytanın aklımın ve kalbimin köşelerini kemirdiği bir zaman diliminin tam ortasındaydık.

"Eşim olarak, hiçbir zaman gözyaşlarının boşa harcanmasını istemem."

"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


genç soylunun portresi.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin