dört: kalp kırıklarının üzerine basılarak canım yakıldı.

146 42 11
                                    

"Umrunda mı sanki?" Gerilen çenesi, iki kızgın çizgiye dönerek çatılan kaşları, birbirine bastırarak sıktığı dişleri ile bana olan sinirini görmek mümkündü. Asıl siniri söylediğim üç kelimeyeydi. Gözlerindeki bıçaktan keskin bakışları canımı yakarken, pişmanlığın zirvesini yaşıyordum adeta. Tam olarak birkaç saniye önce yaşıyor olmamın onun umrunda olmadığını, vurgulayarak dile getirmiştim. Onun canını yakmıştım ve o da intikam almak ister gibi kendi yöntemiyle benim canımı yakıyordu. Kalbimdeki büyük sızı hızlıca hareket ederek tüm bedenimi, parmak uçlarıma kadar sararken kendimi tuttum. Aksi taktirde genç oğlanın hemen karşısına yığılıverecektim. Onun karşısında bir acizden farkın olmadığını biliyordum, daha fazla kendimi küçük düşürmeye gereğinden yoktu.

"Kaç kere dile getirmem gerekiyor bilmiyorum. Ancak, sen benim eşimsin ve umrumdasın." Pişmanlıkla kafamı kucağıma eğdim. Şeytanın hain ve kendini bilmiş kahkahalarının kulaklarıma doluşu çığlık atmak istememe neden olurken, dişlerimi sıkmaya başladım. Yüzümün sıcaklığının derecelerin patlamasına neden olacak kadar artışı canımı daha da yakıyordu. Bu sefer bedensel acı tamamen kapladı beni. Karşımda oturan soylu beyefendinin ne kadar cömert ve fedakar olduğu tüm kentin farkında olduğu bir gerçek iken, ben onun ne kadar mükemmel olduğunu gözden kaçırıyordum bazen. Yine de az önce yaşananlar olmamış gibi "Sana kitap okımamı ister misin, küçük hanım?" Okuma bilsem bile okuyamayacak olduğumdan onu onaylamam gerekiyordu. Bakışlarımı ona çevirerek kafamı salladım.

Kemikli elleriyle hemen önündeki masada durmakta olan siyah kaplı kalın kitabı kavradı. Bacak bacak üstüne atmış olması ve hareketlerinin nazik olması onu inanılmayacak kadar çok zarif gösteriyordu. Tam bir soylu delikanlıydı. Hafifçe öksürüşünün ardından ipek sesiyle okumaya başladı satırları. "Kalp kırıklarının üzerine basılarak canım yakıldı. Yangın yeri olan ormanlarımın yok oluşu olan bu kırıklar, kimsenin anlamsız çığlıklarımı duyamayacağı yerlerin dışında kalırdı. Ancak, üstüne basılıp kanayınca boğuldum bende alnıma kadar kana. Bembeyaz kıyafetlerim, dantelli kırmızı kefenim olarak göründü gözüme. İlk kez bunun yaşanacağına emin oldum, fakat hayatın küsmüş çiçeklerinin hepsi bana yüzünü döndü. Hiç olmayacağını düşünürken, düşmanım olan dostlarım beni kurtardılar." Tüm dikkatim tamamen ona ve ipeksi sesine aitti adeta. Keskin bakışlarının yerini alan pamuk gibi yumuşak bakışları bana döndüğünde derin bir yumru oluştu boğazımda. Bana kelimeleri unuturdu sanki.

"Bakma lütfen, bakınca kelimeleri unutturuyorsun bana." Az öncekilerin aksine dudaklarında hayat bulan yaşam tebessümü ile yine öldüm, yeniden. Her şey benim aleyhime gerçekleşiyordu. Bana iltifat ediyordu, mutlu olmam için. Severek bile evlenmemiş olmamıza rağmen, beni mutlu etmeyi hayat felsefesi haline getirmiş gibi iltifatlar ediyordu şahsıma. Küçük bir kız çocuğuymuşum gibi mutlu ediyordu beni. Çocuk coşkusu ile dolup taşmamı ise yaşam tebessümü ile seyrediyordu.

"İltifat etme, lütfen. Neden bilmiyorum, fakat bir kız çocuğu gibi hissettiriyorsun." Tebessümünün büyüyüp nasıl güzel bir gülümsemeye dönüştüğü takıldı gözlerime. Öyle güzel davranıyordu ki, bazen onu eşimden daha fazlası olarak görmekten korkuyordum. Bana şeytanı unutturuyordu. Şeytanın canını yakıyordu. Ruhumun acı çığlıkları ilişmiyordu kulaklarıma. İyi olmanın ne anlama geldiğini anlamamı sağlamış gibi, sadece o sayesinde iyi hissedebiliyordum. "Kız çocukları masum ve güzeldir, onlardan bir farkın olduğunu da düşünmüyorum. Sonuçta henüz on dokuz yaşındasın. Bu yüzden, bana engel olma küçük hanım."

"

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
genç soylunun portresi.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin