"Siner malikanesine hoş geldiniz"
Büyük siyah kapının önünde arabayı durdurdu. Bölgede başka ev görünmüyordu sadece çam ağaçları ve etrafı yüksek taş duvarlarla çevrili bu yer.
Duvarların arkasından evin çatısı ancak seçilebiliyordu.
Berkay kontağı kapattı. Asya arabadan inerken heyecanla sordu:
- İnanamıyorum burası çok güzel... Gerçekten kimse bizi bulamayacak, diyerek güldü.
Cenk çantaları bagajdan alırken cevapladı:
-Annem ölmeden önce, babam son vakitlerini istediği şekilde; doğayla iç içe ve sakin geçirsin diye düşünerek yaptırmıştı.
- Üzücü bir hikayesi varmış, umarım babanın düşündüğü gibi olmuştur.
-Henüz çocuktum. Hatırlamıyorum...Neyse, daha bir şey görmediniz hadi içeri girelim!
Büyük kapı Cenk'in şifreyi girmesiyle kendiliğinden iki yana açıldı. Ev ve bahçesi dışarda umulandan daha genişti. Önlerinde küçük bir patika ve onu çevreleyen uzun ağaçlar. Altı arkadaşın içeri girmeleriyle kapı da kendiliğinden kapandı.
Etrafı incelemeye başladılar. Cenk'de onlara etrafı tanıtıyordu. Turist kafilesi ve bir rehber gibi... Akşama kadar etrafta dolanıp yemek hazırlığı yaptılar.
Havuzun kenarında bir sofra kuruldu... Elçin seslendi:
-Yanık kokusu geliyor! Ersay konuşup duruyorsun baksana şunlara. Yaktın hepsini.
-Ah evet! Tamam tamam özür dilerim, hallediyorum hemen. Sen de kızıp durma da yardım et bana.
Masa hazırlandı, içecekler, barbekü, sohbet...
Her şey mükemmeldi. Çok keyif alıyorlardı bunlardan.
Gecenin ilerleyen saatlerinde çoktan herkes aklı selim düşünme yeteneğini kaybetmişti.
Cenk ve Ersay, iki yakın arkadaş, sürekli gülüşüp hız kesmeden içiyorlardı. Diğerleri de bu hıza kayıtsız kalamadı.
-Hadi yarışalım! Kaç bardak içebilirsin Ersay? , diye sordu Akın.
Cenk, Ersay'ı beklemeden cevap verdi:
-Sen onunla yarışamazsın... Ya da yarışır mısın? Belki de bizi kandırmıştır bugüne kadar, öyle mi Ersay? Bence göster yeteneğini, dedi ve gülüştüler.
Ersay alkolün de etkisiyle bir anda sinirlenerek çıkıştı:
-Tabii ki yenerim, şüpheniz mi var?Hadi Akın hazırla bakalım da göstereyim sana...
Ersay sendeleyerek Akın'ın yanına gitti. Cenk, Elçin, Asya ve Berkay onları izlemeye koyuldular.
Bir bardak bitmeden diğerine geçiyorlardı ve artık ayakta duramayacak seviyeye gelinceye kadar içtiler. sonrasında da yığılıp kaldılar.
-Haydi şunları içeri götürelim, güneş de doğmak üzeredir.
Kızlar etrafı topladılar, erkekler Ersay ve Akın'ı üst kata yatırmaya götürdü. Ersay hala kısık sesle söylenmeye devam ediyordu.
-Ben yenilmezim, kimse beni yenemez. Evet...Evet,ben yenilmem.
-Hadi artık yat şuraya da dinlen daha uzun bir süre buradayız. Çok yarışırsın daha , dedi Berkay ve ışığı kapatıp alt kata indi.
Geniş salonda herkes bir koltuğu kendine mesken tutmuş ve yatmışlardı bile. Berkay da yorgunluğunu farkedip diğerlerinin yanına uzandı.
Ertesi gün oldu. Akşam vakti gelmek üzereydi. Gecenin acısını çıkarırcasına uyumuştu herkes. İlk uyanan Elçin:
-Hadii kalkın yoksa açlıktan ölücez, diyerek diğerlerini uyandırdı.
Akın:
-Sana da günaydın canım!
-Günaydın günaydın hadi...
Herkes yemek için toparlandı. Bir kişi hariç.
Asya:
- Ersay nerede? Yoksa onu uyandırmaya gitmediniz mi?
Akın:
-Elçin sen gitmemiş miydin bakmaya?
Elçin:
-Evet seslendim ama uyuyordu. Hiç kalkmadı ben de zorlamak istemedim.
Akın:
-Kalkmış olmalıydı. Gidip bir bakalım.
Akın ve Elçin üst kata çıktı. Ersay'ın olduğu odaya girdiler. Ersay tek kişilik yatakta yüzüstü uzanmış yatıyordu.
Akın:
-Ersay kalk hadi, kahvaltı için seni bekliyoruz.
Elçin:
-Hadi Ersay saatlerdir uyuyorsun!
Akın Ersay'a yaklaşıp kolundan tutarak sarsmak istedi. Ama koluna dokunduğu anda benzi attı. Öylece kala kaldı.
Elçin:
-Akın napıyorsun öyle, Ersay neden uyanmıyor?
Elçin de yaklaştı. Akın Ersayın yüzünü çevirdi ve Elçin'e bakıp "ölmüş" dedi.
Elçin bir çığlık kopardı. Herkes yanlarına koştu. İlk giren Cenk," Neler oluyor burada?" diye sordu.
Akın:
-Başımız sağolsun.
Cenk:
-Ne saçmalıyorsun sen?
Elçin hıçkırıklara boğulmuş bir şekilde yatağın kenarına çökmüş ağlıyordu.
Diğerleri de yaklaşıp olan biteni farkedince hepsinin gözleri doldu. Olanlara anlam veremiyorlardı. Daha yatırırken beraberlerdi. Bir gecede ne olmuştu? Anın şokuyla herkes kalakaldı. Ne yapmaları gerekiyordu şimdi? Ne olacaktı Ersay'a?
Cenk bir anda Ersay'ı tuttu ve kaldırmaya çalıştı.
- Hadi oğlum bu hiç komik bir şaka değil. Kalk artık, canımızı sıkıyorsun. Kalk hadi. Yeter... Yeter komik değil işte.
Bağırıyordu. Sarsıyordu. Ama Ersay gerçekten ölmüştü. Cenk'i tutmaya çalıştılar.
-Bırakın, bırakın... Tanıyorum ben onu. Yine şaka yapıyor. Hep öyledir zaten. Hep şakalar yapar böyle. Ben onun en yakınıyım, benden iyi mi bileceksiniz. Şaka yapıyor işte. Bakın kalkacak şimdi.
Berkay, güçlü kollarıyla Cenk'i tuttu. Cenk bu sefer direnemedi ve kendini bırakıp ağlamaya başladı.
Asya'da Ersay'a son kez dokunmak için yaklaştı.
-Üşümüş tüm gece, örtelim üstünü, üşümesin... Üşümesin.
Akın çarşafla meftayı kafasına kadar örttü.
-Görüşürüz kardeşim.
Odayı boşalttılar. Herkes bir köşeye çekildi. O gün hiç konuşmadılar. Ne biri tek kelime etti ne tek lokma yediler.
Lise arkadaşlarıydı hepsi. Aynı sınıftalardı. Mezuniyetten sonra da bağlarını hiç koparmamışlardı. Hayatlarının büyük bir bölümünü birlikte geçirmişlerdi. Bir çok şeyi beraber denemişlerdi. Hep beraber eğlenmişlerdi. Acı ve tatlı günleri olmuştu. Ama bugün en acısıydı. Hiç kopmayan bu bağdan bir ip eksilmişti. Şimdi ne olacaktı?
Yağmur başlamıştı. Asya pencereyi açıp dışarıyı izlemeye koyuldu. Rüzgar Asya'nın sarı saçlarını dağıtırken cama çarpan her damlada yeni bir anı canlanıyordu sanki. Zaten artık sadece anılar var olabilirdi...
Cenk de dışarı çıkmıştı ıslanıyor ve düşünüyordu. Kabullenmek gerekirdi bunları, kabullenmek ve hayata devam etmek. Çabuk toparlamak lazımdı. Arkadaşlarını da çabuk toparlamak. Herkes bir an önce kendine gelmeliydi.
Asya dayanamadı. Cenk'in yanına gitti. Asya yıllardır Cenk'ten hoşlanıyordu. Ama bunu ona hiç söylememişti.
Asya:
-Cenk?
-Şşt...
Cenk ona yanına oturmasını işaret etti ve başını kızın kucağına koydu. Asya Cenk'in siyah ve düz saçlarını okşadı, sanki elleri sadece bu iş için yaratılmışlar gibi geldi ona. Nasıl da güzeldi beyaz teninin üzerine yağmur yağması, hüzün bile yakışmıştı koyu kahve gözlerine... Aslında her şey yoluna girecek gibi teselliler vermek istiyordu. Ama kendisi de buna inanmıyordu. Anlamı yok diye düşünerek uzaklara daldı...
Akın ve Elçin... Her şeyini paylaşan iki sevgili... Bir anda buz kesmişlerdi. İçlerinde kötü bir his vardı. Çok kötü... Birbirlerini suçlarcasına konuşmuyorlardı. Çünkü en saf duyguları bilen insanlar hissederlerdi tüm kötü enerjileri. Nereden geldiği anlaşılmasa da vardı bir şeyler. Elçin o mavi gözleriyle deli gibi etrafa bakınıp sanki bir şeyler arıyordu. Olanların sebebi belki buralarda saklıdır. O an Akın'la göz göze geldiler. Akın, özür dilercesine bakıyordu ona. Ama neden? Elçin'de derin bir suçluluk hissetti. Kalkıp Akın'ın zayıf bedenine sarılmak ve "yanındayım" demek istedi. Zayıftı bedeni ama kalbi çok güçlüydü. Ve gerçekten çok zekiydi. Bazen arkadaşları soruyordu Elçin'e "Sen çok güzelsin ama neden Akın? Sana layık değil bence" gibi safsatalar. Ama kendisi Akın'a layık olmaya çalışıyordu çünkü bazı şeyler dış görünüşten çok daha anlamlı ve değerliydi.
Berkay da düşünüyordu. Kişiliğine uymayan bir şeydi üzülmek. Genelde böyle durumlarda basketbol oynayıp düşünmemeye çalışırdı. Çünkü birinin yok olduğunu düşünürse kafayı yerdi. Yarın giderim diye düşündü. Şu an arkadaşlarımı böyle bırakıp bencillik etmemeliyim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MENFA
Mystery / ThrillerMenfa: bir kimsenin sürgüne gönderildiği yer, sürgün yeri...