sam smith - fire on fire
"Binlerce kez iyi geceler sana!
Binlerce kez beter olsun gece, senin ışığın yoksa."Her zaman gittiği kafede otururken üzerinde abisinden aldığı gri hoodie vardı. Aslında almak biraz fazla kibar olmuştu, habersizce kaçırmıştı işte.
Elinde Romeo ve Juliet, kulağında klasik müzikle otururken kafasının biraz olsun dağıldığını düşünüyordu Mark.
Satırlar tek tek kalbine işlerken kitabı masaya bırakıp kahvesinden bir yudum aldı. Bir yandan da karşı masadaki tek başına oturan kıza göz gezdirmişti.
Aslında geldiğinden beri bakıyordu çünkü kızı burada ilk defa görüyordu. Güzel bir kızdı. Çikolata kahvesi uzun saçları, beyaz bir teni, büyük gözleri ve çenesinde ayrıca güldükçe yanaklarında ortaya çıkan derin gamzeleri vardı.
Ama Mark'ın dikkatini çeken bunlar değildi. Kız elindeki kitabı okurken kendini kaptırmış gibi tepkiler veriyor ve kulağındaki kulaklığı sürekli düşürüyordu. Biraz heyecanlı duruyordu ayrıca sürekli gülümsüyordu.
Kız Mark'ın aksine hayat dolu duruyordu. İmrenmişti Mark kıza, kendisinin yaşama sevinci yok olmuştu. En son ne zaman böyle gülümsediğini hatırlamıyordu.
Kanatları kırılan kuşlar gibiydi Mark, o kadar umutsuz o kadar çaresiz...
Gidip tanışmayı çok istedi ama yapamadı. Çünkü o kız arkasında bırakacağı üzgün bir kalp daha demekti.
Çok fazla ömrü kalmadığı için hayatına yeni birini almak istemiyordu. Tümöründen sonra iyice içine kapanmıştı zaten, kimseyi üzmeye niyeti yoktu.
Bu gerçek canını yakarken baristanın sesini işitti. "Eunbyul, kahveniz hazır." Kız gülümseyerek kalktı ve üzerinde adının yazılı olduğu karton bardağı alıp eşyalarını toplamaya başladı.
Eunbyul... Mark bu adı unutmayacağını aklına kazıdı ve o da toplanıp hızlı adımlarla çıkışa yöneldi.
"Hey! Bakar mısınız?"
Duyduğu ses ile yavaşça arkasını dönerken önleri uzamış siyah saçlarını elleriyle dağıtmıştı.
Eunbyul karşısındaydı. Mark şaşkınlıkla kıza bakarken Byul elindeki kitabı uzattı. "Bunu unutmuşsunuz."
Mark'ın az önce dalgınlıkla masada unuttuğu Romeo ve Juliet kitabıydı bu. Unuttuğunun farkında bile değildi oysa.
Mark teşekkür ederek kitabı aldığında kızın elindeki Hamlet kitabını görmüştü.
Eunbyul yüzündeki tebessümle hoş bir ses tonu bahşetmişti Mark'a.
"Shakespeare sever misiniz?"
Mark Eunbyul'dan kaçmaya çalışsa da Eunbyul onu yakalamış ve bir daha hiç bırakmamıştı...
Tanıştıktan kısa bir süre sonra arkadaştan fazlası olmuşlardı ikisi de. Mark hayatında ilk defa aşık olmuştu, ilk defa birine karşı böyle duygular hissetmişti.
Eunbyul Mark'ın ilk kalp çarpıntısıydı.
Birlikte çıktıkları tepede arabaya yaslanmışlardı. Mark'a göre gecenin güzelliği bile sevgilisinin yanında sönük kalırken uzun zamandır bu kadar mutlu hissettiğini hatırlamıyordu.
Bir yandan da deli gibi canı acıyordu. Yapmamalıydı, aslında onunla hiç tanışmamalıydı bile. Kendi mutluluğunu düşünüp arkasında darmadağın bir Eunbyul bırakacaktı. Gerçekten bencil herifin tekiydi.
Daha söyleyememişti bir de. Eunbyul'un haberi yoktu Mark'ın kısacık ömründen. Hem nasıl söyleyebilirdi ki? Karşısına geçip "Kalan 6 ay ömrümün tamamını sana adamak istiyorum." diyebilir miydi?
Daha o cesareti kendinde bulamamıştı. Eninde sonunda söyleyecekti Mark ama ne zaman bilmiyordu.
Yanında onu izleyen kıza döndü ve dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı. İkisi de gülümserken Byul, Mark'a sarılmadan önce konuşmuştu.
"Hayatımın sonuna kadar seninle olmak istiyorum."
无穷
[inan bana eunbyul, yapabilseydim eğer... ben de çok isterdim... aşk mıdır bu kalbinde ki yarayı sarmak yerine yarayı deşip daha da kanatmak? eunbyul... sevgilim, sen benim en güzel kanayan yaramsın]
ŞİMDİ OKUDUĞUN
blasé
FanfictionMark Lee her an ölüm korkusunu hissetmekten, artık ölümü beklemekten bıkmıştı. mark lee fanfiction [completed] angst au¡ • book cover by @_moonnlightt_ © laviniabel | 2021 all rights reserved