i won't lie, i like it.

2.2K 153 43
                                    

Eldivenimi takıp fırından dikkatle tepsilerimi çıkartıp tezgahın üzerine bıraktım. Onların pişmesini beklerken de biraz ortalığı toparlamış ve üzerime de bir kot ve buz mavisi bir crop geçirmiştim.

Gereksiz gerginim, neden bu kadar gerginim bilmiyorum ama kafayı yemek üzereyim. İki gün öncesini anlayabiliyordum, o zaman gergindim çünkü henüz birbirimizi tanımıyorduk ve ikimizde yanlış anlaşılmıştık. Tamam şu anda da harika tanıyorum diyemem ama en azından bir samimiyetimiz var.

Tam olarak anlamadığım şey de bu! Şu an aramız gayet iyi, samimi sayılırız ve konuşacak konularımız bile var.

Ama. Ben. Kafayı. Yemek. Üzereyim!

Telefonumun çalmasıyla bu saçma stresi üzerimden atmaya çalışarak derin bir nefes aldım ve ekrana bile bakmadan aramayı cevapladım.

"Jen?"

"Tae?" Yutkundum. Kafayı yememe ramak kaldı. RAMAK.

"İşlerim düşündüğümden erken bitti." Sahte olduğu belli olan bir öksürük sesi geldi hoparlörden.

"Geliyorum yani. Birazdan oradayım."

"Pekala... sabırsızlanıyorum."

Ve telefonu suratına kapattım.

Sabırsızlanıyorum mu? Duvara kaç kere kafa atsam ölürüm şu an?

—-

"Hoşgeldin!" büyük bir gülümsemeyle kapıyı açtığımda karşıma beyaz desenli siyah gömleği olan ve kafasına taktığı siyah bandanayla selam veren genci görünce kalbim tekler gibi oldu.

Çok kahve içtim ondandır.

Evet evet, kesinlikle fazla kafeinden hep.

"Selam, nasılsın?" bana gülümseyip tekrar kalbimi tekleten -artık kafeinden olup olmadığı konusunda şüphelerim vardı- ufak bir sarılma bahşettikten sonra içeri doğru ilerlemişti.

"İyiyim, hala geçen gün aldığımız bazı şeyleri yerleştirmeye uğraşıyordum. Gelmen benim için ufak bir mola gibi oldu."

"Gerekli gereksiz her şeyi sepete atarsan yerleşemezsin tabii." hafiften alaylı bir ses tonu ve gülümsemesiyle bana bakarken gözlerimi devirdim.

"Çok konuşuyorsun. Otur da harika ötesi kurabiyelerimden ye." ona doğru biraz daha yaklaşırken parmak uçlarımda yükselip tekrar konuştum. "Yediğin en iyi şey olacak, hatta o kadar ki yemek için bu kadar geç kaldığın için ağlayabilirsin."

"Bir kurabiye için fazla ego kasmadın mı?"

Belki ama umrumda değildi. Mutfak becerilerime sonuna kadar güvenirdim.

"Ye de öyle konuşalım canım."

Göğsünde birleştirdiği kollarını çözerken kafasını aşağı yukarı salladı.

"Konuşalım. Önce ellerimi yıkasam?"

"Tabii. Sol tarafta, ilk kapı."

O lavaboya giderken bende adanın arkasına geçip servis tabaklarına üçer tane kurabiye koymuş ve kahve makinesini açmak için tuşa basmıştım.

Kısa bir süre sonra yanıma geldiğinde ellerini yukarıda tutuyordu.

"Şey, havlu yoktu da."

"Ah çok özür dilerim. Orası misafirler için fazla kullanmadığım için kontrol etmek aklıma gelmemişti."

Aptal gibi kendime söverken tezgahın üstünden iki parça havlu kağıdı koparttıktan sonra mahçup bir gülümsemeyle ona uzattım.
O da elini alıp kuruladıktan sonra yüzüme bakamaya başladığında ona bakmayı kesip konuştum. "Ah çöp hemen şurda." lavabonun altındaki kapağı açıp çöpe atarken bir şey fark etmiş gibi bıyık altından gülümsemeye çalışıyordu ama pek başarılı olduğunu söyleyemezdim.

Ona sorar gibi tek kaşımı kaldırıp baktığımda dudaklarını dişleyip etrafına bakındıktan sonra ilerleyip masaya oturdu. Tam gerçekten soruyu soracağım sırada konuşmaya başladı.

"Kurabiyeleri ne zaman yapmıştın?"

"İki gün falan oluyor. Neden ki?"

Gelen ani soruyu biraz garipsemiş olsamda çaktırmamaya çalışarak cevap verdim, tam o sırada gözüme çarpan masanın üstündeki fişi alıp elimle buruşturup çöp kutusunun olduğu dolabı açtığımda çöpteki kullanılmış yağlı kağıdı gördüm.

Hay ben böyle işin.

"İki gündür hiç yemedin herhalde." ona döndüğümde gözü sunum tabağındaki gerçek anlamda iki tepsilik duran kurabiyelerdeydi gözü. Kendi tabağına dönüp birini eline aldı.
"Çok da taze duruyorlar. İyi saklamışsın."

"Aa ne güzel hem tüm ev hala kurabiye kokuyor. Havalandır bir ar-"

"Tamam yeter." gülerek sözünü keserken kıpkırmızı olmuş şekilde devam ettim.
"İnat mı yapıyorsun? Sussana."

O bana ufak bir kahkaha atarak gülerken tezgaha dönüp üç çeşit kapsülü elime alıp tekrar ona döndüm. "Hangisi seç?"

Elini çenesine atıp başını sağa yatırıp bakındı.

"Espresso. Sade olan."

"Tamam."

Kahve makinesine kapsülü atıp tuşa bastıktan sonra şu kurabiye meselesinin tekrar açılmaması için dua etmeye başlamıştım. Ne diyecektim? 'Seninle vakit geçirmek için bahaneye ihtiyacım vardı. Hayır diyemedim.' mi? Peh.

Kendi kahvemi de yapıp masaya döndüm. Bir fincanı onun diğerini kendi önüme koyduktan sonra hala ona bakmaya birazcık ama çok çok azıcık çekinip önümdeki lanet kurabiyelere bakıyordum.

"Ben istediğim için mi yaptın?"

"Ne?"

"Kurabiye. Benim için mi?"

Yüzüne baktığımda son derece keyifli olduğunu görmemek için aptal olmak gerekirdi.
Yerimde kıpırdandım.

"Sana kurabiye yaptığımı söyleyeli iki gün oluyor. Canın çekmiştir diye düşünüp hayır diyemedim."

"Teşekkür ederim. Yalan söylemeyeceğim, hoşuma gitti."

Bana fazla güzel bakıyor şu an. Gereksiz güzel bakıyordu ve ortam birazcık garipleşiyordu.

"İstesende söyleyemezsin. Yüzün resmen bunu bağırıyor zaten."

Gülümsemesi biraz daha büyüdü.

"Sinirlerimle oynama çocuk! Hadi tıkın şunları."
Bende gülümseyerek konuştum ve önümden bir kurabiye alıp ağzına tıktım. Yaptığıma şaşırdığı büyüttüğü gözlerinden belliydi ama umrumda değildi artık susması ya da başka
şeylerden bahsetmesi gerekiyordu.

"Ee daha daha naber?"

notice || taennieHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin