Büyücü

92 8 3
                                    


Gri gökyüzünden aşağı düşen su damlaları, güz mevsiminin kuru otlarını ıslatıyordu. Yağmur altın sarısı yabani çalılardan bir tarlaya yağıyordu. Denizden esen hafif bir rüzgâr çalıları batıya doğru yatırmıştı. Tarla devasa ağaçların bittiği yerden başlayıp dik bir uçurumun kenarına kadar uzanıyordu. Uçurumun metrelerce aşağısında, kayalıkları beyaz köpüklü dalgaları ile kamçılayan karanlık bir deniz vardı. Dalgaların sesine, yağmurun sesi karışmıştı. Rüzgâr mırıldanarak eşlik ediyordu. Gökyüzü geceye dönerken tiz bir ses karıştı doğaya. Ses tarlanın uzak bir köşesindeki derme çatma bir kulübeden gelmişti. Eski kulübenin aralıklı tahtaları arasından yükselmeye devam etti. Dünyaya gözlerini yeni açmış bir bebeğin ağlamaları duyuluyordu boş tarlada. Küçük bebek ciğerlerini yırtarcasına ağlıyordu Kulübe tek bir odadan oluşuyordu. Duvara dayalı ahşap masanın üstünde yarılanmış bir mum vardı. Mumun soluk ışığı odaya loş bir ışık yayıyordu. Odadaki iki kadın dışındaki her şeyi karanlıkta bırakmıştı. Yaşlı kadının yüzündeki gülümseme mum ışığının titreşmesiyle dalgalandı. Yaşlı kadın kucağında kalın örtüler altındaki bebekle ayakta dikiliyordu. Yerdeki sedirde ise terden sırılsıklam, darmadağın olmuş saçlarıyla genç bir kadın yatıyordu. Genç kadın, yüzünde şefkatli bir gülümsemeyle kollarını ileriye doğru uzattı. Gözleri mutluluktan ışıl ışıldı. Bebeğini görmek için sabırsızlanıyordu. Yaşlı kadın küçük adımlarla ilerleyip yere çöktü. Bebeği annesinin kollarına usulca bıraktı. Genç kadın hayran bakışlarla örtülerin arasından görünen minik yüze baktı. Bu minik beden hayatında gördüğü en güzel şeydi. Tatlı bir heyecan içini kapladı. Minnettar gözlerle karşısındaki kadına baktı. Yaşlı kadın gülümsedi. Bebek susmuştu.

Birkaç kilometre yukarıda ise bakırdan bir ay parlıyordu. Kara bulutlar yavaşça ayın önüne geçti. Bulutların arasından sızan ay ışığı gittikçe azaldı ve sonra kayboldu. Ay bulutların arkasında tamamen gözden kaybolduğunda denize doğru uzanan kaya parçasının üstünde bir karaltı belirdi. Yerden bir karış yukarıda asılı duruyordu. Ayın önündeki bulutlar uzaklaşmaya başlamıştı. Ayın zayıf ışığı karaltının kara cübbesine vurdu. Kukuletanın altında kalan yüzü görünmüyordu. Karaltı usulca yere kondu. Uzun kara cübbesi toprağa değdi. Esen rüzgâr cübbenin eteklerini savurdu. Yağmur omuzlarında patlayan sudan küreler gibiydi. Karaltı hızlıca çalılıkların arasına girdi. Kulübeye doğru ilerlemeye başladı. Deri eldivenli sağ elinde uzun bir değnek vardı. Her adımında değneği toprağa saplıyor ve sonrasında geri çekip bir sonraki adımının yanına tekrar saplıyordu. Karaltı kulübenin kapısına varınca durdu. Değneğiyle tahta kapıya iki kez vurdu. Kapı usulca açıldı. Yaşlı kadın gözlerinde endişeyle karaltıya baktı. Karaltı eğilerek küçük tahta kapıdan geçti. Kapı usulca kapandı. Yağmurun şiddeti artmış, rüzgârın yalayıp geçtiği otlar iyice darmadağın olmuştu.

Eşikten geçen karaltı kukuletasını başından çıkardı. Küçük kulübede ayakta durabileceği kadar yer yoktu. Yere bağdaş kurarak oturdu. Yaşlı kadının yüzünü bir dehşet dalgası yalayıp geçti. Yabancının varlığı bütün bedenini titreten bir korkuya neden olmuştu. İri iri açtığı gözlerini sedirde oturan genç kadına çevirdi. Mumun ışığı genç kadının yüzüne vuruyordu. Yüzü oldukça solgundu. Avurtları içe çökük, dudakları beyazlaşmış ve gözleri irileşmişti. Doğum onu yormuştu. Yorgun bakışlarının altında göz bebekleri parıldıyordu. Sıkı sıkı kavradığı bebeğini göğsüne bastırmıştı. Genç kadın yüzüne vakur bir ifade yerleştirerek yabancıya baktı. Bir şeyler söylemek için ağzını araladı. Ama tek bir kelime bile duyulmadı küçük odada. Rüzgâr kulübeyi sarsıp salladıkça mumun ışığı titreşiyordu. Odanın, köşelerinden uzayan gölgeler büyüyüp genişleyerek yabancıyı karanlıkta bırakmıştı. Odadan çıt çıkmıyordu. Çatıya vuran yağmurun sesi ve rüzgârın uğultusu içeriyi dolduruyordu. Odadaki üç kişi zaman durmuşçasına hareketsiz birkaç dakika geçirdi.

Genç kadının yüzünden sessiz çığlıklarının habercisi gözyaşları yuvarlandı. Kucağında uyuyan kalp atışlarını yüreğinde hissettiği küçük bedene döndü. Bebeğin narin göz kapaklarının üstünde, canlı yumuşak teninde elini gezdirdi yavaşça.

-Söz veriyor musun? Dedi incelmiş zayıf bir sesle. Gözleri kucağında uyuyan bebeğe kaydı. Sevgi dolu gözlerle izledi onu. "Onu her daim koruyacağına hayatın üzerine söz veriyor musun?" Hüzünlü bakışları karanlıkta saklanan yabancıyı aradı. Kukuleta aşağı yukarı sallandı. Genç kadın yabancıya güvenerek gülümsedi. Mumun ışığını aniden içeri sızan bir esinti söndürüverdi. Genç kadının gölgede kalan renksiz yüzünde bir anda bakışları donuklaştı ve gülümsemesi soldu. Başı göğsüne düştü. Bebeği saran kolu gevşeyip bedeninin yanına sarktı. Yabancının arkasında duran yaşlı kadın bir çığlık attı. Çığlık boş tarlada ilerleyip yağan yağmurun ve öfkeli dalgaların arasında yitip gitti. Çok geçmeden kulübenin kapısı açıldı.

Karaltının kukuletası başında değildi. Beyaz bir yüzü çevreleyen gümüş sakallar, kemerli bir burun ile bir çift siyah göz göründü kapıda. Büyücü Balaban cübbesinin altında bebekle kapı eşiğinden çıktı. Suratında hiçbir ifade yoktu. Bakışları ise karanlığın soğuk ve acımasız tonuna bürünmüştü. Gözleri yeri göğü delercesine etrafı taradı. Kukuletasını başına geçirdi. Ormana doğru hızla yola koyuldu. Büyücünün uçuşan cübbesi ve sivri şapkası otların arasından ilerledi. Ağaçların arasında kayboldu.

AndromedaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin