Bence, hepimiz bir miktar hastayız. Ne için, kim yüzünden ya da siz hangi sorunun cevabını vermek isterseniz artık, ben hiçbirinin cevabını bilmiyorum. Ama hastayız işte, biraz içten, biraz dıştan, biraz da tam ortadan. Zorlamanın bir anlamı yok ve ben de sürekli kendime bunu hatırlatıyorum, zorlamamak gerektiğini.
Delirttikleri, aklımızın dibini sıyıralım diye önümüze bıraktıkları birkaç kötü sözü, hadi sen yoluna devam et diye sırtımızı pat patladıkları ve muhtemelen bu yapılanların hep bir yerlerde kalacağı günlerden sonra daha iyi anlıyordum zihnimizin içinde kendine yer açan herkesin aslında ne kadar da başarılı olduğunu.
İştir ya, hiçbirinin de umrunda değil üzerine resmen emeklerini döktükleri eserleri. Benim de değil. Ya da değildi. Gerçekten bilmiyorum. Ama bir şeylerin dengesini kaybettiği ve düşmeye çok yakın olduğumu biliyorum.
Gerçi, bu ilk düşmem olmaz ama bu kadar sarsıldığım, dönüp kendime ne yapıyorum ben diye sorduğumda bir cevap bile alamadığım bu zamanlar kesinlikle ilk. Bu olumlu bir şey mi, değişmek iyi bir fikir mi ya da tüm bunlar saçmalıktan mı ibaret, bilmiyorum. Yaptığım tek şey ilerlemek, taşa takılan ayağıma dönüp küfretmek ve yeniden önüme dönüp koşmaya devam etmek.
"Dengeni kaybediyorsun!" Evet, farkındayım. En çok da bunun farkındayım ve inanır mısınız, hiçbir şey yapmıyorum. Gerçekten. Hiçbir şey yapmıyorum. "Gerizekalı, ilk defa mı çıkıyorsun sen bu kaykayın üzerine? Derdin ne senin?" Yixing üstten bir bakış atıp ne ara yere kapaklandığımı anlayamadan kolumdan tutup beni ayağa kaldırdığında göz bebeklerimi yakan güneşten kaçmak istercesine kafamı eğdim. "Böyle yaparsan daha çok düşersin."
"Yixing, ne diyorsun sen?"
"Anlamıyorum falan mı zannediyorsun?" diyerek tozlanmış pantolonumu temizlemek adına birkaç pat patlamadan sonra kafasını kaldırıp, "Soyulmuş." dedi. Eliyle gösterdiği yere kafamı eğip baktığımda gerçekten de dizimin hemen altının soyulmuş olduğunu gördüm. Pantolon falan değil, basbaya dizimin birkaç parmak altı, derim soyulmuştu. Ama hiç acımıyordu, belki de dikkatimi oradaki acıya değil de zihnimin karmaşasına verdiğim içindi bu, anlamıyordum.
"Başına iş aldın anladım, götünü kurtaramıyoruz bari düşen yerlerini kurtaralım diyorum, ya arkadaş nesin sen? Sarhoş Baekhyun nerede? Yemin ederim bak, bir daha söylenmeyeceğim içme diye. Böyle görmek istemiyorum seni." dedikten sonra yanından hiç ayırmadığı su şişesinin kapağını açtı. "Otur şöyle."
"Ölmedim oğlum, düştüm altı üstü."
"Onu diyorum ben de, son zamanlarda çok düşüyorsun." Avucunun içine döktüğü suyu hiç acele etmeden yaranın üzerine döktüğünde kaşlarımı çattım. "Bir daha düşmeyeceğim."
"Sen inanıyor musun bu söylediğine?" diyerek bacağımla ilgilenmeye devam eden Yixing şapkasını çıkarıp ayağının dibine koydu. O kadar sıcaktı ki hava, kafasını korusun diye takmış olsa da daha fazla bunaltmaktan bir şey yapmamıştı eminim. "O çocuk ortaya çıktığından beri içmedin, geceleri evindesin ve uzun zaman sonra ara vermem gerek dediğin kaykayına aniden dönüş yaptın. Bence daha çok düşeceksin."
Yani, haklı olabilirdi çünkü aksini iddia edebilmem için dayanabileceğim hiçbir şey yoktu elimde. Düşüyordum, öyle kötü düşüyordum ki elimi uzattığımda tutunabileceğim bir şeyler arayamıyordum. Çok garipti, beni bu hâle getirecek insanın anasının karnından çıkmadığına inanarak geçirdiğim günlerden sonra öylece dursa bile tokat yemişim etkisi bırakan bir insanla kesişmişti yolum. Romantikti, belki de bana gösterdiği buydu, pişman oluyordu, özür kesinlikle dileyemiyordu ve asla beni yüreğine alacak kişi değildi.
