0.5

8 1 0
                                    

*2 yıl sonra*

üzerindeki siyah, eski ve kendisine büyük olduğu belli eden tişört ve kapüşonlu, eski yıpranmış kot pantolonuyla çocukluğunun geçtiği sokakta yürüyordu. kapüşonlusunu kafasına geçirmiş etrafında eski halinden eser olmayan evlere bakarak yürüyordu. sokağın başındaki evin önünde durdu bir süre ve başını yukarıya doğru, en üst katın balkonunu görebileceği kadar kaldırdı. bina bir anda eski haline dönerken yukarıdan gelen kahkahalarla yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. çok geçmemişti ki merdivenlerden koşarak inen ilkokula bile başlamamış, saçlarını iki taraftan bağlamış olan kız çocuğu kapıyı binbir güçlükle iterek dışarıya çıktı. arkasından ise yaşlı bir adam çıktı "koşma demedim mi ben sana, düşeceksin." kızmaya çalışsa da kızamıyordu. kız ise elinden tutmuş sokağın sonundaki markete doğru çekiştiriyordu dedesini. "bu gün ötesi çikolatadan istiyorum!" onlar bulanıklaşırken diğer evin kapısından çıkan aynı kız bu sefer dokuz ya da on yaşında gösteriyordu. öndeki dişlerinden birisi çıkmıştı ama oldukça mutluydu. binadan çıkar çıkmaz evlerinin karşısındaki toprak alana doğru koşamaya başladı. arkadaşlarının yanına ulaştığında ise oldukça mutluydu. biraz daha sokakta ilerledi. "pas versene!" "ben kazandım!" "yaşasın!" her seferinde aynı kızın sesini duyuyordu yaşı değişiyordu ama neşesinden bir şey kaybetmiyordu. sokağın sonuna ulaşmadan bir bina önceki binanın önünde durdu. yanındaki boş arsada birsürü çocuk vardı. "ulaşamıyorum! burak sen alsana!" etrafı tel örgüyle kapatılmış bahçedeki erik ağacının arsaya sarkan dalından erik topalamaya çalışıyorlardı. henüz olmamışlardı ama bu onların umurunda değildi. "tamam çekil." büyük bir adam edasıyla yürüyüp erik ağacından boyu yeten birkaç tane eriği aldı ve aralarında bölüştüler. 

sokaktan çıkıp ilerlemeye devam ettiğinde ise sırt çantalı iki çocuk -ortaokula gittikleri belli oluyordu- tam karşısındaki eve doğru ilerliyor ve bir yandan kavga ediyorlardı. sarışın ve uzun olan çocuğun yüzünde onunla dalga geçmekten zevk aldığını belli eden bir ifade varken kız halinden hiç memnun değildi. az önce beline kadar uzun olan saçları şimdi küt kesimdi ve daha koyu bir tondaydı. ön tutamından birisini açık bir renge boyatmıştı. gözlerini açıp kapattığında onlarda kayboldu ve az önceki evin yerini boş bir arazi aldı. her şey değişmişti. son birkaç yıldır değil büyüdüğü sokak ülkesine bile gelemiyordu. 

ilerlerken önünden geçmekte olduğu arabanın yanında durdu ve kapüşonlunu altından da gözüken sağ gözünün yanındaki iki santimlik yara izine baktı bakışlarını biraz daha yukarı kaldırdığında ise sol kaşının üzerinde de en az dört santim olan bir yara izi daha vardı. bunlar onunla ölene kadar kalacak izlerdi. üstelik bunlar sadece gözükenlerdi. 'ölene kadar' diye düşündü. yüzünde buruk bir gülümseme oluşurken başını hafifçe aşağıya eğdi ve geldiği yolu çok daha hızlı bir şekilde ilerlemeye başladı. sokağın başına yani geldiği noktaya geri geldiğinde yolun karşısındaki eskiden boş olan ama şimdi bir sitenin otoparkı olan yere baktı hemen yanındaki eski küçük parka baktıktan sonra oraya doğru ilerlemeye başladı. parka girdiğinde ise gözüne biri düz diğeri ters duran salıncaklar çarptı. bu parkın her yerinde çocukluğu vardı. düz duran salıncaya oturup hafifçe sallanmaya başladı. her şey nasıl bu hale gelmişti? eve bile gidemiyordu! derin bir nefes alıp verdi. kelimenin tam anlamıyla nefes alan bir ölüydü. herkes onu öldü biliyordu ve bundan tam olarak  iki yıl sonra haberinin olması oldukça trajikomik gelmişti. ucuz senaryolu bir filme dönmüştü hayatı resmen. 

salıncakta hafifçe sallanmayı bıraktı çünkü karnındaki yarasını çok zorlamış olmalıydı. refleksle elini acıyan yere götürdüğünde kesik bir nefes çekti içine bu daha beter etmişti. iki yıl boyunca iyileşmeyen ve doktora göre iyileşmesi birkaç yıl daha alacak bir yaraydı ya da son bir hediye mi demeliydi bilemedi. aklına iki yıl öncesi gelirken canının yandığını hissetti. bu fiziksel bir acı değildi. kafasına silah dayatılarak çekilen bir elveda videosu, ardından acı içinde ölsün diye karnına sıkılan-hayati bölgelerden kaçınarak- üç kurşun, hareket halindeki arabadan yolun kenarına fırlatılmak. bunları hak etmek için ne yaptığını düşündü. ne yapmıştı da bu manyağa bulaşmıştı hiçbir fikri yoktu ama her şeyin nasıl başladığını çok iyi hatırlıyordu. her şey o '><' işaretiyle başlamıştı ve nasıl olduğunu bilemeden kendisini bir anda yolun kenarında ölmek üzereyken buluvermişti. kendisine geldiğinde ise bakışlarını parkın girişinde duran arabaya çevirdi. bilmediği bir şey daha vardı. bu adam neden kendisini kurtarmış, hatta İngiltere'de tüm hastane masraflarını karşılamıştı. 'ne çıkarı var?' diye düşünüyordu uyandığından berri. bir buçuk yıl komada kaldığını biliyordu. doktor neden komada kaldığını açıklamıştı-ama normal kelimeleri kullanmaktan kaçınarak olabildiğince tıbbi terim kullanarak kafasını daha da karıştırmıştı. arabadan inen adama baktı. yine gelecek ve henüz zamanı olmadığını saçmalayacaktı. elinde olsa şimdi evine giderdi ama anne ve babasının ne tepki vereceklerini tahmin etmek pek zor olmasa gerekti kalp krizi? muhtemelen. parkın merdivenlerinden inip yanına geldiğinde ya da daha doğrusu başında dikilmeye başladığında gözlerini devirdi. "ne vardı?"  bıkkınlıkla verilen bir nefes sesi duydu.  "sana daha zamanı gelmedi dedim ama her arkamı döndüğümde buradasın! tanrım! bıktım artık bundan ilayda!" gözlerini bir kere sıkıp açtı bu kazanın hayatına kazandırdığı şeyi şu an gerçekten istemiyordu. kazandığı şey ne miydi? akıcı ingilizce konuşabilme. o komada yatarken başında durması gereken hemşire durmadan konuşmuş durmuştu ve dil de bir şekilde bilinç altına işlemişti, ana dili gibi olmuştu ama şimdi başında 'cehennem zebanisi' gibi dikilen ve hesap soran ingilizin dediklerini anlamak istemiyordu. o zamanını bekledikçe annesi, babası ve onun öldüğünü düşünen insanlar acı çekiyordu ve bunu vicdan yükü artık ağır gelmeye başlamıştı. "tamam. haklısın. ama ne zaman doğru zaman?" diye sordu kabullenmişlikle. "doğru zamanın ne zaman geleceği belli olmaz ama bugün de olmadığı ortada."  dedi sakinliğini korumaya çalıştığı ama sinirli olduğu belli olan ses tonuyla 'bugünün neyi varmış?' diye adeta bağıran bakışlarını onun üzerine diktiğinde başını yukarıya sabır dilercesine kaldırmış ve "tanrım! bu gün senin ölüm yıldönümün! insanların karşısında bu gün çıkarsan kalp krizi geçirirler ya da en iyi ihtimalle delirirler!"  kısık tutmayı başardığı ama bağırmaktan beter olan sinirli ses tonuyla konuşurken boynundaki damarların belli olduğunu fark etti. arabadan yana olan eliyle o tarafı işaret ederken "bu gereksiz konuşmaya son verip arabaya bin!"  dedi. salıncaktan bıkkınlıkla kalkıp arabaya doğru ilerleyip arka kapısını açıp oturdu. o da tam karşısındaki yere oturduğu zaman kapıyı kapattı ve sürücü kabiniyle oturdukları yeri ayıran siyah cama birkaç defa tıkladı. araba harekete geçerken bakışları yanında duran şemsiyesine gitti. "ben de tam nerede bu şemsiye diyordum."  diye kısık sesle mırıldandı. "sanki mycroft holmes, havalara bak." türkçe kurduğu cümle onu biraz olsun özgür hissettirmişti. bana neden yardım ettiği belli bile olmayan bir adamın yanındayken sanki hapsedilmişim gibi hissediyorum diye düşündü. sanırım ne istediğini öğrenene kadar bu his gitmeyecekti de. "beni bir kitap karakteriyle karşılaştırma." onun gibi türkçe konuşması şaşırılacak bir şey değildi ama adamın telaffuzu ondan  bile daha iyiydi. 

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 09, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

bir dedektif hikayesi...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin