4.bölüm

53.7K 2.3K 355
                                    




Ne diyordu şair:
Yıkıldı yolunu bekleyen şehir
Artık gelsen de bir gelmesen de bir.




Zelal Arslanoğlu, gelin görme âdeti için gelen misafirlerine ne yalan uyduracağını şaşırmış, Mirhanların artık gelmesi gerektiğini, Mustafa Bey'in kulağına çıtlatmıştı. Mustafa Bey de bir haftadır arayıp sormayan oğlunu aramış, misafirlerin gelip gittiğini söylemiş, gelmeleri için de sert bir uyarı çekip olası tüm itirazların önünü de kapatacak bir set bırakmıştı. Çağırmasalar hafta, aya dönüşürdü. Adı gibi biliyordu ki bunun adı da bir balayı değildi.

Herkesten kaçıyordu Arslanoğlu.

Tenini üşüten buz kesiği sesten uzaklaşmak için hızla dizinden kaldırdı başını Dila, adamın sert çehresine hırçın ve nefret kusan bakışlarını dikti. Anlık bakışmalarının ardından bedenini doğrultarak bakışlarını da sirayetle çekti. Baksa donarak ölecekti.

Nefretini bile hak etmeyen bu adama bakmak azaptı.

"Hoş gelmişsin oğlum."

Seslenen kadına doğru döndüğünde, yüzüne bakmadan önünden geçip giden karısının kokusu, yüzüne yumruk yemiş gibi sarstı onu.

Mirhan, gözlerini ağır ağır kapatırken Selma Hanım'ı başıyla selamladı. Yanına yaklaşınca Selma Hanım, hayal kırıklığı içerisinde baktı oğul saydığı adama. Şu bir haftada şahit olduklarından dolayı Mirhan'ı tanıyamıyordu.

Mirhan Arslanoğlu da artık kendini tanımıyordu ya, orası ayrıydı. "Dönüyor musunuz?" diye sordu kadın.

Bir sigara yakıp bakışlarını, etkisiz güneşi üzerine çekip ayna gibi yansıtan Hazar Gölü'nün ışıldayan suyuna dikti.

"Evet, abla. Hakkını helal et." dedi mahcup bir tonlamayla. "Bu kış günü sana da zahmet verdik."

Canının sıkıldığını belli eden tavrıyla avucunu Mirhan'ın sırtına bastırdı Selma. "Zahmet söz konusu bile olmadı." dediğinde küçük kahverengi gözlerini, oğlunun ela harelerine sabitledi. "Yalnız sen, beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattın oğlum." Sesinde bariz kırgınlık hâkimdi. "Benim bildiğim, tanıdığım Mirhan böyle değildi. Görülen o ki bunca yıldan sonra memleketine, benliğini ve merhametini yitirip öyle gelmişsin."

Mirhan, dudaklarını gerdirerek aşağı doğru kıvırdı. Şu bir haftada kendiyle verdiği mücadeleyi, bir kendisi bir Allah biliyordu. Kimsenin bilmediği, yalnızca memleketini özlediği zamanlarda gelip kaldığı bekâr evinde kalmış, başını dışarı çıkarmamıştı. Çok acil olmayan telefonlara dahi bakmıyordu.

"Sen de haklısın abla. Öyle bir ikilemdeyim ki hangi peygambere kulluk edeceğimi şaşırmış gibiyim." Sesi yorgun, sesi bezmiş, sesi bir çıkmazın içinde kaldığını belirten bir tınıdaydı. "Sanki bir girdabın içine girmişim de dönüp dönüp batıyorum sonra yine aynı yere çıkıyorum. Allah sonumu hayretsin."

Ve o girdabın akıntısı hep Dila'da bitiyordu...

İçindeki gazabı bastıran o kokunun yaklaşmasıyla gözlerini ağır ağır kapatıp iyice soludu.

"Her şey için teşekkürler Selma abla." dedi Dila, kısık ve çekinen sesiyle. "Hakkını helal et."

İkisi de ona döndü. Mirhan baştan aşağı süzdü hemen. Yüreğinde tahlil edemediği bir hasret, gözlerinin çölünde de yangın vardı. O çölde susuz kalan Dila, yanan kendisiydi.

MECRUH (KİTAP OLDU)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin