"Şhh." Evin alt katından gelen adımlar birkaç saniye durduktan sonra merdivenin çürümekte olan tahtalarını ezmeye başlamıştı. Jo olabildiğince sessizce nefes alıp veriyordu ancak bu, damarlarına yeterince oksijenin gidememesine ve onun daha çok terlemesine sebep oluyordu. Sanki geçen her saniye yatağın altındaki hava çekiliyormuş gibiydi. Jo'nun ikizileri buradan çıkarması gerekiyordu ancak çıkaracakları en ufak bir sesle onun, kızları bulacağını biliyordu ama eğer şimdi onları göndermezse bir daha asla bu şans eline geçmeyebilirdi. "Kızlar..." Bunu o kadar sessizce söylemişti ki ikizlerin onu duyup duymadığından bile emin değildi. "Birbirinizin elini tutup, ne olursa olsun bırakmamanızı isteyeceğim, bunu yapabilir misiniz benim için?" İkizler ellerini birleştirdiklerinde onu duyduklarından emin olmuştu. Sessiz ama derin nefesler alarak kendini toparlamaya çalıştı. Nefesini dışarı verdi ve fısıldadı. "Phasmatos radium calaraa, phasmato..." Yanında onunla beraber uzanan kızlar yok olduğunda gölgeleme büyüsünün işe yaradığını anladı. Kendini de aynı büyüyle korumak gelmişti aklına ama çok fazla kan kaybediyordu ve hepsine yetecek büyüsü olup olmadığından emin değildi. Kendini feda edip ikizleri korumak zorundaydı ve işini şansa bırakamazdı.
"Josette... Onları benden sonsuza kadar saklayamazsın." Son heceyi uzatarak söylemişti. Bunu bir oyun mu sanıyordu gerçekten?
Jo, Isabella'ya fısıldadı. "Çıkın buradan. Şimdi!" Kızları göremiyordu ama gelen hışırtı seslerinden gittiklerini umuyordu. Adım sesleri tekrar durmuştu. Jo'nun gözleri, karanlık da olsa ayın koridora vuran, ışığıyla kapının girişindeki kana bulanmış siyah converseleri seçebiliyordu.
"Hu-huuu, burada kimse var mı? Seni öldürmeyeceğimi biliyorsun, Jo." Jo büyüyü sürdürmeye devam edebileceğini sanmıyordu. Kendini zorlayarak, büyüsünün zayıf olmasına sebep olan yarılmış karnına, elini daha sıkı bastırdı ve kanamayı önlemeye çalıştı ama bu acıyla inlemesinden başka bir işe yaramadı. Kulaklarını dolduran psikotik gülüşün ardından converseler ona doğru ilerledi ve yatağın önünde durdu. Yapabileceği bir şey yoktu. Üzerinde onu gizleyen yatak bir anda havalandı. Kalbi göğüs kafesinden fırlayabilecek kadar şiddetli atıyordu. Jo'nun gözleri korkuyla kanlı converselerden yukarı doğru tırmandı. Yüzünde korkunç bir gülümseme, elinde ise Jo'nun karnını yardığı bıçak vardı. Yukarı kaldırdığı yatağı bir kenara fırlattı ve odaya bakındı. İkizlerin orada olmadığını görünce yüzündeki gülümseme silindi. Odayı kolaçan ederek, dolabın içine ve yatağın arkasına baktı. İkizleri bulamayınca sinirle elini yüzünde dolaştırdı. Jo'ya dönerek bıçağı yüzüne doğrulttu ve avazı çıktığı kadar bağırdı. "NEREDELER?"
Zıplayarak uyandım ve hızla çevreme bakındım. Evdeydim. Güvendeydim. Ter içerisinde kalmıştım. Üzerimdeki yorganı kenara ittim ve yatakta bağdaş kurarak soluklandım. Hala kendime gelememiştim. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen anılarım bana hala musallat oluyordu. Üzerimden atamamış olduğum stresle at kuyruğu yaptığım saçımı açıp dağıttım. Solumdaki yatağa baktığımda Aurora'nın hala uyuyor olduğunu gördüm. Saat 02.34'tü. Aurora'yla yataklarımızın arasındaki komodine uzanıp boş su bardağımı ve telefonumu alarak aşağı indim. Dış kapı açıktı ve evde babamdan hiçbir iz yoktu. Kaşlarımı çatıp bardağımı girişteki ayakkabılığın üzerine anahtarların yanına bıraktım ve dışarıya kafamı uzatarak, bakındım.
Karşı sokakta bir devriye aracı vardı. Arabanın hemen yanında bir polisle babam ve karşı komşumuz Bay Wallen konuşuyorlardı. Babam alnını ovuşturarak Bay Wallen'ın polise anlattıklarını dinliyordu. Kapıyı biraz çekip verandaya çıktım ve sağımda, birkaç adım ileride bulunan salıncaklı koltuğa oturup bacaklarımı kendime doğru çektim. Telefonuma baktığımda Harry'nin en son iyi geceler yazıp yatakta yattığı bir fotoğrafını atmış olduğunu gördüm. Gülümseyerek mesajına girdim ve kabus gördüğümle ilgili bir mesaj yolladım.